Yirmi birinci yüzyılda, Atina ve Roma’ya dayanan Seküler Batı kültürüyle, Mekke’ye ve Kudüs’e dayanan Kutsal kültürünün hesaplaşması, birbiriyle savaşmaktan daha çok, ekonomik ve kültürel alanda, birbiriyle yarışmaya dönüşerek devam etmektedir. Yarışma ülkelerin sert güçleriyle savaş cephelerinde değil, esnek güçleriyle üniversitelerde, hastanelerde ve pazarlarda yapılıyor.
İspanya’da, Türkistan’de ve Anadolu’da olduğu gibi, birbirleriyle yarışmayan kültürler, canlılıklarıyla birlikte doğurganlıklarını da yitirirler. Güzellikte, doğrulukta ve iyilikte yarışmanın olmadığı coğrafyalarda, kültürel ve ekonomik zenginlik olmaz. Kültürlerin zenginliğinin kaynağında, hayatın her alanında, iyilikte yarışma coşkusu yatar. İyilikte yarışmasını bilenler, kötülükleri önlemesini bilirler.
Seküler Batı kültürü denilince insanlarıın akıllarına bir coğrafya gelmez. İster Seküler, ister Kutsal olsun, kültürlerin doğdukları coğrafyalar değil, dayandıkları kaynaklar ve bağlandıkları değerler önemlidir. Bir ülkede Yunan Filozoflarının düşüncelerinin ve Roma İmparatorlarını eylemlerinin, canlı tutuluyorsa ve isimleri, saygıyla karşılanıyorsa, o ülkenin Seküler Batı kültürünün ülkesi olduğundan kimse kuşku duymaz.
Avrupa bir coğrafyanın adı olmaktan daha çok, Seküler Batı kültürünün doğduğu coğrafyanın adıdır. Avrupa Rönesans’la ortaya çıkan, son iki yüzyılda, bütün dünyayı kuşatan, ekonomi her şeydir, ekonomi için her yapılır diyen, Seküler değerlerin kuramcısı ve uygulayıcısı olmuştur. Ekonomik gücünü büyütmek için, savaş başta olmak üzere, her yolu ve her yöntemi mübah görmüştür.
İlk Peygamberden Son Peygambere kadar, bütün Peygamberlere dayanan, Kutsal kültürünün kaynakları, Seküler Batı kültürünün kaynaklarından farklıdır. Kutsal kültürünün odak noktasında, kutsal kitapların sonuncusu Kur’an vardır. Bütün Kutsal Kitapların anası Kur’an, en sonda gelen, ancak en başta olandır. Dört Kitabın manası, Kur’an’da hem doğrulanmış hem özetlenmiştir
Tarih her döneminde inançlarından ve kaynaklarından emin olanlar, başka kültürlerle karşılaşmaktan ve hesaplaşmaktan korkmazlar. Bu yüzden dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar Müslümanlar, bütün insanlığın birikimini, Doğu’dan Batı’ya hiçbir ayrım gözetmeden, ana referans çerçeveleri içinde, özümsemişler ve içselleştirmişler.
Bilgi ve bilgelik sahibinin yalnızca Allah olduğunu bilenler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bulunan her bilgiyi, her bilgeliği bütün insanlığın ortak mirası olarak görürler.
Dünyanın bütün denizleri mürekkep, bütün ağaçları kalem olsa, anlatılmayacak bilgilerin ve bilgeliklerin peşine düşenler, bilgilerin ve bilgeliklerin kaynağı olurlar.