Derin bir güvensizlik, büyük bir kimsesizlik duygusuna kapılan insanlar, İstanbul’dan Tokyo’ya, Paris’ten New York’a kadar, dünyanın hangi şehrinde yaşarlarsa yaşasınlar, dehşet veren bir yalnızlıkla karşı karşıyadırlar. Uyuşturucu ve içki kullanımının, ileri boyutlara ulaştığı dünya metropollerinde, insanlar Erdem Bayazıt’ın bir şiirin başlığında, ustaca özetlediği biçimde, sanki “Yok Gibi Yaşamak”tadırlar. Yokmuş gibi yaşayanlar, Octavia Paz’ın Amerika’da yaşayan Meksikalılardan yola çıkarak, anlattığı “Yalnızlık Dolambacı”ında, yollarını şaşırıp, kaybolup gitmektedirler.
Doğallığın sınırlarını aşan metropollerde, “Ölü kadar yalnızım” diyenler, kalabalık yalnızlar arasında, yalnızlıklarını gidermek için, sanki başkalarıyla konuşuyormuş gibi, kendi kendileriyle konuşup avunmaktadırlar. Başta Amerika olmak üzere, Batı toplumlarında yalnızlığın ulaştığı sınırların, dehşet verici boyutları, dünyanın her yanında tartışılmaktadır. Yalnızlığın üstesinden gelmenin, psikolojik ve sosyolojik boyutları, alınması gereken önlemler konusunda, bütün ülkelerde çok sayıda araştırma yapılmaktadır.
Bayazıt’ın “Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var” dediği, herkesin hayatının bir kesitinde, görmek isteyip de kolay kolay göremediği, büyük rüyalar öncesi, sıradışı eylemlerin habercisi, derin yalnızlıklar vardır. Bu bağlamda yalnızlık, iyimserliklere olduğu kadar, kötümserliklere de kapılar açan, hayatın sıfır noktasıdır. Seküler dünyanın insanları, üzerlerine bir karabasan gibi çöken yalnızlığın, derinliklerinde uzun yolculuklara çıkarak, hayatlarını zenginleştirecek, görünmeyen dünyalara açılacakları yerde, akıl almaz bir biçimde bütün dünyalarını, anlamsız eylemlerle yoksullaştırmaktadırlar.
Sezai Karakoç’un çok sevilen şiiri “Monna Rosa”da, “Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık”, dediği yalnızlık, bütün boyutlarıyla hayata, yeni dünyalar kazandıran, döne döne okunması gereken, derinliğin yalnızlığıdır. Derinlik ve zenginlik kazandıran yalnızlığın, hayatın şiiri olabilmesi için, insanların kalabalıkta yalnız kalmayı öğrenmeleri, yalnızlığın gücünden yararlanmayı bilmeleri gerekir. Bütün boyutlarıyla hayatı zenginleştirenler, dünyaya “Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden” bakan, kalabalıkta yalnız olmasını bilenlerdir.
Kalabalıkta yalnız olmasını bilenler, bir ayaklarını görünen dünyada tutarak, bir ayaklarını da görünmeyen dünyaya atarak, gökyüzünün sınırsız kaynaklarını, yeryüzünün sınırlı kaynaklarıyla bütünleştirirler. Bilinen dünyayla, bilinmeyen dünyanın kaynaklarını, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma içinde, birlikte değerlendirmesini bilmeyenlere, iki dünyanın kapıları sonuna kadar açılmaz. Bunun sonucu, dünya metro- polleri, kimsesizleşen ve hiçleşen, yalnız kalabalıklarla dolup taşmakta, karamsarlık bulutları üzerlerine bir karabasan gibi çökmektedir.
Yalnız kalabalıkların dünyasında, ölüm büyük bir korku kaynağı olduğu için, hayatın dışına atılmakta, yok sayılmak- ta ve görmezlikten gelinmektedir. Ölüm hayatın dışına atılma- ya çalışıldıkça, insanların tedirginlikle birlikte, yalnızlıkları da katlanarak artmaktadır. Ölüm hayatın gerçeğidir, herkes yalnız doğduğu gibi, yalnız da ölecektir. Nerede, nasıl ve ne zaman geleceği belli olmayan ölüme, bütün insanlar hazırlıklı olmak zorundadır. Ölüme savaş açanların, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, ölüm karşısında savaşı kazanmaları mümkün değildir.
Geleceğin dünyasını bütün insanlar için hem kolaylaştıracak hem de güzelleştirecek olanlar, yalnızlıktaki derinliğin, derinlikteki zenginliğin, coşku veren gücünden yaralanmasını bilenler olacaktır. Onlar görünmeyen dünyanın sınırsız zenginliklerini, görünen dünyaya taşıyarak, hayatın bütün alanlarında, köklü dönüşümlerin, sürükleyici gücü olacaklardır. Onların düşünce ve eylem dünyalarında, yalnızlık içine düşenin yok olduğu, bir yok oluş kuyusu değil, içine düşenin bir Yusuf olduğu, bir var oluş kuyusudur.
Rilke’nin bir mektubunda vurguladığı gibi: “Yalnızlık iyidir, çünkü yalnızlık güçtür.” Düşünce ve eylemin bin bir renkli çiçeği, kalabalıkta yalnız olmanın verdiği güçten yararlanmasını bilenlerin elinde açar.
Yalnızken yalnız olmadığını bilenler, bir elleriyle gökyüzünden aldıklarını, bir elleriyle yeryüzüne verirken, hem kendilerini, hem de çevrelerini zenginleştirirler.
Ölümün hayata vuran gölgesi olan, yalnızlığın değerini bilenler, hayata anlam kazandırmasını bilirler.
İnsan hiçbir zaman dünyada yalnız değildir, kendisine kendisinden daha yakın olan vardır.
Allah’ın dostluğunu kazananlar, yalnız da olsalar dostsuz kalmazlar.