Bilim ya da sanatın hangi alanında derinleşirse derinleşsin, her aydın bilinmeyen dünya yanında, bilinen dünyanın bir nokta kadar küçük, bir gün gibi kısa olduğunun bilincinde olmalıdır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, uydularla uzaydan dünyanın küçücük bir küre olarak görüntülenmesi, uzmanlarla birlikte sıradan insanların da dünyayı algılayışını büyük ölçüde değiştirmiştir.
“Sofrada değişir her şey, ekmek değişmez” diyen, Necip Fazıl’a benzetilerek söylenirse: “Dünyada değişir her şey, insan değişmez” denilmelidir. Habil ve Kabil’den bugüne, insan erdemleriyle ve tutkularıyla aynı insandır. İnsan buğday tanesinin başağı, içinde taşıdığı gibi, Habil’i ve Kabil’i içinde taşır. İnsan ya Habil ya Kabil olmaktan daha çok, hem Habil hem Kabil’dir. Önemli olan insanın, Habil yanının ağır basmasıdır.
Savaşsız barış içinde bir dünya için, insanın Habil yanının büyütülmesi, Kabil yanının küçültülmesi gerekir. Habil olmaya giden yolları açmak için, her yaş ve meslekten bütün insanlar, dünyayı bir nokta kadar küçük, bir gün gibi kısa olarak algılamalıdır. İnsan kendini aşarak, sınırlarının dışına çıkmadan, Habil’in erdemiyle, Kabil’in tutkusu, arasındaki yerini belirlemekte, güçlüklerle karşılaşır.
İnsanlar sevdiklerini örnek alarak, iç dünyalarının derinliklerindeki, Habil’leri ya da Kabil’leri harekete geçirerek, Cennet ya da Cehenneme giden yolları ya genişletirler ya da daraltırlar. İnsanlar iki dünyada sevdikleriyle beraberdirler. Kendilerine örnek aldıkları, yollarını izledikleriyle ya erdemli olanların ya da tutkularının peşinden koşanların, yanında yer alırlar. Her insan örnek aldığı, kendisi gibi olmak istediği, insanlar gibi olur.
Ölümlü dünyaya ölümsüz dünyanın ışığını, bilgeler değil peygamberler taşır. Erdemli olmanın doruk noktası ve ulaşılmaz örneği kutsal kültürün Son Peygamberidir. Sezai Karakoç’un bütün insanlığın erdemli olma ve güzelliği arama serüvenini anlattığı,” Yitik Cennet” isimli kitabında, vurguladığı gibi: Her Peygamber Son Peygamberin bir cephesidir. Bütün cepheler Son Peygamberde toplanmıştır. O başta olup, sonda gelen peygamberdir.
Peygamberlerin başını çektiği, ölümsüzlük kervanının yolcuları, ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın bütün boyutlarında, ölümlü dünyanın sınırlılığında, ölümsüz dünyanın sınırsızlığını, her ikisinden de vazgeçmeden, birbiriyle çatıştırmadan, bir arada tutmasını bilirler. Onların gücü, erdemli ve güzel olma yolunda, iki farklı eğilimi bir arada, tutmasını bilmelerinden kaynaklanır. Herkes kendi Kabil’ini, kimseye zarar vermeden, kendi içinde taşımak zorundadır.
Ölümsüzlük kervanına katılanlar, Yunus gibi bir yandan, “Ölümden niye korkarsın. Korkma ebedi varsın” derken, bir yandan da “Biz her gün yeniden doğarız. Bizden kimse usanmaz” demesini bilmişlerdir. Bunun için onlar, hem ölümlüdür, hem ölümsüzdür. Onların ölümlüğü, ölümsüzlüğü yakalamalarına engel olmaz. İki dünyada ölümsüzlüğü, küçük dünyada büyük dünyayı görmesini bilenler yakalar.
Ölümlü dünyada ölümsüz dünya, ölümsüz dünyada ölümlü dünya vardır. Erdem ya ölümlü dünya ya ölümsüz dünya demek değil, ölümlü dünyada ölümsüz dünyayı bulmaktır.
Ölümlü olan her şey, yapısında bir ölümsüz olan yan, ölümsüz olan her şey, yapısında bir ölümlü olan yan taşır.
İnsanda ten ve can gibi, ölümlü ve ölümsüz bir aradadır. Tende canı bulanlar, ölümsüzlüğe ererler.