Yaşanmış geçen yüzyılın paradigmalarıyla yaşanacak gelmiş yüzyılın sorunları çözülmez

Doksanlı yılların başında uç veren dönüşümlerle, ekonomideki ve politikadaki sağ ve sol paradigmalar, tedavülden kaldırılmış paralar gibi, geçerliliklerini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Birbirinden bağımsız devletleri, birbirine bağımlı devletlere dönüştüren küreselleşme, arkasında Amerika olan, gelip geçici ekonomik ve siyasal bir akım değildir. Yaşanan ve geri döndürülmesi mümkün olmayan gidiş, dünya dengelerini altüst edecek, yeni bir paradigmanın oluşum sürecidir. Yeni paradigmaya taraftar ya da karşı olmak, dönüşüm sürecini tersine çevirmeye yetmez. Süreç hızını hiç kesmeden devam etmektedir.

Sağ ve sol paradigmalar, birbirinden bağımsız devletleri, siyasal sınırlarını genişletmek için, silahlanmaya ve savaş ekonomisine büyük yatırımlar yapmaya zorlamıştır. Söz konusu paradigmalarla, devletler arasındaki sınır savaşları, büyük bir hız ve yoğunluk kazanmıştır. “İki Dünya Savaşı”nın öncesinde ve sonrasında yapılan savaşlarla, dünyada yakılmadık, yıkılmadık ülke kalmamıştır. Devletlerin doğal kaynaklarıyla birlikte, insan kaynaklarını da yitirilmeleriyle, savaşların hiçbir ülkeye yarar sağlamadıklarını, bütün dünya görmüştür. Savaşlar dünyaya yarardan kat kar daha çok zarar getirmiştir. Yeni dönemde dünyanın hiçbir yerinde, iyi savaş, kötü barış yoktur.

Sağ ve sol paradigmalar savaşa dayanan, savaşlardan beslenen, savaş paradigmalarıdır. Onlar savaşı, ekonomik gelişmenin ve siyasal başarının, ana kaynağı olarak görürler. Onlara göre, savaşlarda kazananların kazancı, kaybedenlerin kaybından, her zaman daha önemlidir ve daha büyüktür. Bu bağlamda sağ ve sol paradigmalar arasında, hiçbir fark yoktur. Sol “savaş kazandırır” derken, sağ “savaş kaybettirmez” der. Her ikisi de, barışa değil savaşa önem verir, barışı değil, savaşı kutsar.

Savaşların yol açtığı yıkımlara ve büyük göç dalgalarına şahit olan, Yirmi birinci yüzyılın yeni paradigması, savaş odaklılıktan, barış odaklılığa evrilmek zorundadır. Artık sağın ya da solun içinde olmak değil, onların önünde olmak, onların üstünde olmak önemlidir. Bütün ülkelerin ekonomik açıdan birbirine bağımlı hale geldiği bir dünyada, bir ülkedeki iç savaş, Ortadoğu’da olduğu gibi, bütün ülkeleri etkileyen, ülkelerarası yıkıcı bir savaşa dönüşür. Kendisiyle savaşan ülke, farkında olmadan dünyayla savaşır.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, sol paradigma gibi, sağ paradigma da tarihe gömülmüştür. Eşitlikten yola çıkan sol paradigma dehşet verici bir baskı ve şiddet düzenine dönüşmüş ve yıkılmıştır. Özgürlükten yola çıkan sağ paradigma da, Batı dışındaki dünyada dayanılmaz bir yoksulluğa, benzeri görülmemiş bir soyguna yol açmıştır. Her iki paradigmanın da, başta İslam dünyası olmak üzere, birbiriyle iletişim ve etkileşim içinde sınırsızlaşan ülkelere, söyleyecek sözü, önerilecek çözümü kalmamıştır.

Sağ ve sol paradigmaların hem “Homo economicus”u, hem de “Homo sovyeticus”u, insanlığa barış getirmede, büyük bir başarısızlığa uğramıştır. Başarısızlıklarından hiç ders almayan, sağ ve sol paradigma dünyalarının mimarları, el ele vererek, bütün bir İslam dünyasını büyük bir yangın alanına çevirmişlerdir. İslam dünyasının peşinden dünya bir ateş topuna dönüşmüştür.

Petrol denizinin üzerinde yüzen İslam dünyası, Amerika’nın Irak’ı, Rusya’nın Suriye’yi işgalinden sonra, yoksulluk denizinde yüzmeye başlamış ve İran’nın müdahalesiyle de dehşet verici bir iç savaşa sürüklenmiştir. Doğal kaynak zengini İslam dünyası, hazine sandığı üzerinde oturan dilenci konumuna düşmüştür.
*
İslam dünyası “yoksul olduğu için yoksul” değildir, işgal altında olduğu için yoksuldur.Yitirilen Cennet Son Peygamber Medine’sinin, camiyi ve çarşıyı, kültürü ve ekonomiyi, altın oranda harmanlayan, paylaşımcı pazar ekonomisinde ve katılımcı demokratik yönetimde aranmalıdır.
*
Ademoğulları atalarının yitirdikleri cennetin dünya sürgünleridir.
*
Yitirilen cennet silah yerine “Kitap” taşıyanlarla bulunulacaktır.
*
En sonda gelen,ancak en başta olan Kur’an’ın ışığı sönmez.