Roman, hikaye, deneme ya da şiir olsun edebiyat, her alanıyla bir bütündür. Edebiyatın bir alanındaki başarı diğer alanlara da yansır. Edebiyatın odak noktasında erdem ve tutkularıyla insan vardır. İnsan erdem ve tutkularıy- la birlikte insandır. Onun erdem ve tutkuları, hayatın bütün boyutlarına yansır. Barış içinde savaşsız bir dünya için, edebi- yatla insana tutkularını dizginlemesinin incelikleri anlatılmalı,yolları gösterilmelidir.
Edebiyatçıyı edebiyatçı yapan, insanı erdem ve tutkularıyla ele alıp, ruhunun derinliklerindeki çatışmaları, bir tarafa açıkça meyletmeden, ortaya koymasıdır. Rasim Özdenören’in “Ruhun Malzemeleri” kitabında vurguladığı gibi: “Yazmaya, uğruna ter dökmeye, acı çekmeye değer tek şey ruhun meseleleridir. Yazar, ancak ruhun meselelerini dile getirdiği ölçüde, değerli eserler ortaya koyar.” İnsanlar için ölümsüz ruhun sorunlarının ele alınması, ölümlü bedenin sorunlarının ele alınmasından daha büyük önem taşır.
Edebiyatçı iç ve dış dünyanın, erdem ve tutkularını süreklilik ve bütünlük içinde, yan yana akan ırmak gibi, bir arada birbirini yok etmeden, ele almak zorundadır. Tutku olmadan, erdemin değeri anlaşılmaz. Ekonomik, siyasal ve kültürel boyutlarıyla, hayatın canlılığı, erdem ve tutkuların birlikte bulunmasından kaynaklanır. Süt içinde kaymak ve yağ, nasıl bir arada bulunursa, hayatın içinde tutku ve erdem de, öyle bir arada bulunur.
Hayat bir ırmak gibi, doğumdan ölüme, geçmişten geleceğe, görünen dünyadan görünmeyen dünyaya akmaktadır.Buda’nın öyküsünü anlattığı “Siddarta” romanında, “Irmak aynı zamanda her yerdedir, kaynadığı yerde, döküldüğü yerde, akıntı yerinde, denizde, dağda” diyen Hermann Hesse, varoluşun sırrını ırmağın durur gibi, görünen gizemli akışında bulmaktadır. Hayatın dünü, bugünü ve yarını, bütün varlıkların sesinin, sessizliğinde saklayan ırmaktadır. Bütün insanlık ırmak gibi, geldiği yere dönecektir.
Irmağın akışı değişmez, akıştaki çevre değişir. Aynı ırmak gibi, tutkuların ormanında gerçeği arayan, edebiyatın özü de değişmez. Dönemden döneme gerçeği aramanın dili, yolu, yöntemi ve biçimi değişmektedir. Irmak gibi akan hayatta, değişmeyen hiçbir yan yok ki, onda değişen bir yan olmasın. Benzer şekilde değişen hiçbir yan yoktur ki, onda değişmeyen bir yan olmasın. Hayatın canlılığı, değişmeden değişmesini ve gelişmesini, bilmekten kaynaklanmaktadır.
Hayatın değişmeyen boyutunu yakalamak için, onun değişen boyutunun bilincinde olmak gerekir. Ölümlü bedenin tutkularını, bütün ayrıntılarıyla kavramadan, ölümsüz ruhun erdemlerinin derinliklerine inilemez. Edebiyatta değişeni incelikleriyle kavramak, değişmeyeni açık seçik bir biçimde görmenin güvencesidir. Edebiyatın hiçbir dalında, insanın ruhunun derinliklerinde, yorucu yolculuklara çıkmadan, uzun ömürlü eser verilmez.
Edebiyatçı süreklilik içinde yenilenerek, her dönemde yeni olmasını bilendir. Edebiyat nedir, denildiğinde verilecek en doyurucu cevap: “Mesnevi’yi oku, onda bulduğun, ondan sende kalan, senin ondan aldığındır” demektir.
Kalıcı edebiyat eseri, hayatı bütün boyutlarıyla, derinliğine inceleyerek, bedenin ölümlülüğünde ruhun ölümsüzlüğünü, her ikisinden de vazgeçmeden yakalayan eserdir.
Ruhun edebiyatını da, bedeni de, tabiatın kaynakları canlı tutar. Geleneğin ırmağında, edebiyatla yıkanmadan, öldü sanılan ruh bedene dönmez.