Amerika rasyonel üreten, buna karşılık irrasyonel tüketen insanların ülkesidir. Onların mabetleri, gece gündüz açık olan süpermarketler, ibadetleri de alışveriştir. Amerika’nın bulaşıcı bir hastalık gibi, bütün dünyaya yayılan, tüketim kültürüne ilk başkaldırı, San Francisco’nun hippilerinden gelmiştir. Çoğunluğu varlıklı ailelerden gelen, çiçek çocuklar, tepkilerini cinsel özgürlük peşinde koşup, uyuşturucu kullanarak göstermişlerdir.
Hippilerin çok güçlü olduğu altmışlı yıllarda, San Francisco’ya giden Arnold Toynbee, büyük bir arayış içinde olan, çalışmalarından etkilenerek, onları Roma’ya karşı olağanüstü bir direniş gösteren, ilk Hristiyanlara benzetmiştir. Havarilerin izleyicileri, ellerinde olan her şeyden vazgeçerek, olanca güçleriyle Roma’ya yüklenmişlerdir. Onlar dünyanın peşinden gitmedikleri için, dünya onların peşinden gelmiş ve Roma gökyüzüne açtıkları ellerine düşmüştür.
Big Sur’da Henry Miller’ın ölümünden sonra bir kültür merkezine dönüştürülen evi, sağlığında hippi kuşağının, şair ve yazarlarının toplanma yer olmuştur. Miller’ın Pasifik kıyısındaki evi, tüketim kültürüne başkaldıran, uyuşturucu tutkunu, Amerika’ya isyan eden, hippi kuşağı şairlerinin, kutsal mabedi işlevini yüklenmiştir. Onlar kendi serüvenleriyle birlikte, çağdaş Roma olma peşinde koşan Amerika’yı, anlatan uzun şiirler yazmışlardır.
Amerika’yı en iyi anlatan şairlerin başında Allen Ginsberg gelir. O Amerika’nın görünmeyen yüzünü içeriden bakan bir gözle anlatır. Amerika isimli uzun şiirinde, buzdağının deniz içinde kalan kısmını, çok çarpıcı bir gözlemle: “Ulusal kaynaklarımı biliyorum, iki parça esrar, binlerce cinsiyet organı, saatte bin dört yüz mil hızla giden bir özel basılmaz edebiyat ve yirmi beş bin tımarhane / Cezaevlerinden ve beş bin güneş ışığı altında yaşayan fakir fukaradan söz etmiyorum” diye özetler. Hippi kuşağının şiirleriyle, dünya gücü Amerika’nın, gizli ve görünmeyen yüzü, böyle anlatılmaktadır.
Hippiler kurtuluşu, ilk Hristiyanlar gibi, kutsal kültürde değil, etik kural tanımayan, seküler kültürde aramışlardır. Bu yüzden peygamberler ülkesi Ortadoğu’dan daha çok, Katmandu’nun uyuşturucu yuvalarına yönelmişlerdir. Müzik festivalleri, doğal ve yapay uyuşturucular, cinsel özgürlük çağrıları, aileye karşı çıkan ortak hayat özlemleri, onların yeni bir dünya kurmalarına engel olmuştur. Onlardan geriye hippi kuşağının şairleri, yazarları ve eserleri kalmıştır.
Miller’ın öncülük yaptığı, Jack Kerouac, Lawrance Ferlinghetti ve Allen Ginsberg hippi şairlerin başında gelirler. Miller “The Time of the Assasins” isimli kitabında, genç yaşında şiiri bırakarak, kendini Afrika çöllerine atan, Rimbaud’dan yola çıkarak hayatını anlatır. Hippiler, kurtuluşu esrar yuvalarında değil de Rimbaud gibi, çölün sonsuzluğunda ya da gökyüzünün derinliklerinde arasalardı, bugün Amerika bir başka Amerika olurdu.
Rimbaud Batı’nın kutsal kültüre kapalı, seküler kültürünü sonuna kadar zorlayan şairlerin başında yer alır. O hiçbir zaman Avrupalı olmayı kabul etmediği gibi, asla Hristiyan olmadım demekten de çekinmez. Son yıllarda Cami’yi dilinden hiç düşürmediği söylenir. Gözlerini Fransa’da “Allah kerimdir” diyerek kapatmıştır. Hippiler de en azından Rimbaud gibi, korkmadan kendilerini değiştirmeyi bilselerdi, San Francisco Amerika’nın Bağdat’ı olurdu.
Miller’ın deyişiyle: “Bir katiller çağında yaşıyoruz.” Katiller yalnızca Amerika ve Avrupa’da değil, Ortadoğu’da, Afrika’da, Asya’da, dünyanın her ülkesinde cirit atıyorlar.
Dünyada savaşlar parasal kazançları baştacı edinen, parasal kazançlar için dünyayı ateşe vermeye hazır olan, yeni Mac- beth’lerden kaynaklanıyor.
Dünyadaki savaşlar, iç dünyanın sınırsız zenginliklerini, dış dünyanın sınırlı zenginliklerine tercih eden İbrahim Etem’lerle önlenir.