Müzik dünyanın her ülkesinde insanların hem iç hem dış dünyalarında, büyük dalgalanmalara yol açan sanatların önünde gelir. Müzikle gökyüzünde binlerce kuşun, ötüşlerinin ve kanat çırpışlarının oluşturduğu korolara benzer, çok sayıda korolar oluşturulur. Müzikte nağmeler hayatın şiirini yakalayınca, eşsiz bir duaya dönüşürler. Camilerde meleklerle birlikte, gökyüzüne açılan ellerle, dualar gerçeklere dönüşür. Duaların yakarışları insanların, iç dünyalarından dış dünyalarına sayısız kapılar açar.
Dualarla insanların camiyle hayat arasındaki, uyumu ve dengesi süreklilik kazanır. Duanın ritmiyle hayatın ritmi üst üste çakışırsa, her şey kolaylaşır ve güzelleşir. Hayatın her alanında müzik, duaya bir ön hazırlık olur. Müzik sesin cami mermerin, duaya dönüşme coşkusunu yansıtır. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir def eşliğinde, üç beş kişiden oluşan koronun seslendirdiği ezgi, dinleyenlerin iç dünyalarında kopan düşünce kasırgaları, dış dünyalarına eylem fırtınaları olarak yansır.
Ezgiler Türklerin ülkesi olan Büyük Türkistan’ın, Ural Dağlarının hem Doğu’sunun hem Batı’sının, inançsızlığı inanca dönüştüren yıllarını, anlatan büyük romancısı Cengiz Aytmatov’un deyişiyle: “Dağın kayalarını delip fışkıran, geçtiği yolları yeşerten, çiçekler açtıran kaynak” gibi, bütün dünyayı doldurur. Dünyanın her ülkesinde, müziğin gücü yaydığı sevgi dalgalarından kaynaklanır. O sevgi dalgaları halka halka genişleyerek bütün insanlığı kucaklar.
Alabildiğince yalın olabildiğince derin ezgiler , bana yetmişli yılların başında Oxford’ta, Ferruh Müftüoğlu ve Orhan Bilgin’in öncülüğünde düzenlenen, çoğunluğunu İngilizlerin oluşturduğu yedi kişinin sunduğu, Yunus’un ilahilerinden derlenmiş, müzik şöleninde yaşananları hatırlatır. Tek başına Türk dünyasına sığmayan, şiirleriyle bütün dünyayı etkileyen, “Ölümden niye korkarsın, korkma ebedi varsın” diyen, Yunus’tan kimse usanmaz, dinleyen herkes eşsiz bir iç dinginliğe erer.
İngiltere’de olduğu gibi, her ülkede dinleyiciler sanatçıların çevresinde, yakınlarıyla duaya durmuş bir bilgenin çevresinde halkalanır gibi halkalanarak, bir def dışında ellerinde herhangi bir müzik aleti olmadan, mikrofonla seslerinin doğallığını bozmadan, Yunus’un ilahilerini seslendirenlerle birlikte, dua etmenin en güzel örneğini verirler. İnsanlar gökyüzünden kendilerini kurtuluşa, erdirecek ipi yakalamışçasına sakinleşirler. Hepsinin yüzlerinde dualarıyla, gökyüzünün kapılarını aralamanın coşkusu gözlenir.
Sıradışı müzik şölenlerinde, sesler yavaş yavaş koşmaya başlayan bir atın, temposuyla yükselmeye başlar. Onların giderek yoğunlaşan coşkusu, dinleyicileri de sarar. Müziğin coşkusunu içselleştirenler, kendi iç dünyalarında büyük olduğu kadar, eşsiz bir yolculuğa çıkmış gibi, derin bir sessizliğe gömülürler. Dinleyiciler Fritjof Capra’nın, “Fiziğin Taosu” kitabında anlattığı sıcak bir yaz günü Pasifik okyanusu kıyısında, dalgaların gelişleriyle gidişleriyle birlikte, nefes alışverişlerinin ritmik sesini dinlerken, yakaladığı kusursuz ritmi yakalamanın büyük çoşkusunu yaşarlar.
Yalın müziğin eşliğinde oluşan doğal uyumun, bilincine varılan konserlerde, dinleyiciler bir dünyadan alınırlar, kusursuz bir uyum ve denge içinde olan, başka bir dünyaya taşınırlar. Uyuma ve dengeye kendilerini kaptıran insanlar, uzun bir süre daldıkları dünyanın etkisinden kurtulamazlar.
Dünyanın her ülkesinde inanan ellerde duaya dönüşen müzik, insanları ümitle doldurarak gökyüzüne yükseltirken, inanmayan ellerde ölümsüz diye ölümlüye bağlanmanın çığlığına dönüşür.
Her dönemde müzik hem iyiliklere, hem kötülüklere açılan iki kanatlı bir kapı işlevi yüklenir.yilikler Cennet’e kötülükler Cehennem’e giden yolları genişletir.