Deneye ve gözleme dayanan bilginin, her şey olduğunun ileri sürüldüğü bir dönemde, zaman çok değişik bir boyut kazanmıştır. Zamanın bir fonksiyonu olan üretkenliği ve etkinliği büyütme ve tüketimi artırma adına, zaman bütünüyle işgal edilmiştir. İnsanların zamanı yalnızca kaynakların, ölçüsüz ve sorumsuz bir biçimde tüketime dönüştürülmesi yolunda harcanmaktadır.
Tüketimde ve üretimde zamanın böylesine önem kazanması, sanayileşmeyle başlamış ve Yirminci yüzyılda doruk noktasına ulaşmıştır. Zamanın en küçük biriminin bile boşa geçmemesi ve üretime katkıda bulunması amacıyla, geliştirilmiş olan Endüstri Mühendisliği ve Yönetim Bilimleriyle, herkes zamanın nasıl kullanılması gerektiğini öğrenmiştir. Dakikaların, saniyelerin ilerleyişini anı anına izlemek ve gereğini yapmak, artık bir zorunluluktur.
Bilimsel Yönetimin öncüsü Taylor, üretim sürecinde düşünmek değil, üretmek gerektiğini, düşünmenin başkalarının görevi olduğunu sürekli vurgulamıştır. Çünkü Batı’nın bugün bütün dünyaya kabul ettirdiği uygar yaşama tarzı, sonu gelmeyen bir maddi ilerleme ve sosyal değişme üzerine kurulmuştur. Bu yüzden daha çok üretmek ve daha çok tüketmek için, açgözlülüğün insanların bütün davranışlarına egemen olmuştur. İnsanlar zamanın hakkını vermekte değil, tutkuların çalkantısında yok olmakta yarışıyorlar.
Üretimin artırılması başka bir deyişle, maddi ilerlemenin gerçekleşmesi, insanların toplam olarak belirli ve sınırlı olan güçleri, ya zihinsel ya da maddi ilerleme biçiminde ortaya çıkar. Biri için ilerleme, gelişme olan biri için gerilemedir. Yani birinin büyümesi demek, birinin gerilemesi, yok olması demektir. Nitekim böyle de olmuştur, deney ve gözleme dayanan bilgi çığ gibi büyümüştür. Ancak insanları daha erdemli kılma yolunda, önemli bir gelişme olmamıştır.
Ekonomik gelişme akıntısının dışında kalma korkusu, bütün insanlığı sonu gelmez ilerleme yarışı içinde tutmaktadır. Akıntıya karşı çıkmak, bir yanıyla yürürlükte olan düzene karşı çıkmaktır. Çünkü belirli bir saatte yetişilmesi gereken otobüsler, trenler, vaktinde yapılması zorunlu olan işler vardır. Toplum bütün kesimleriyle tıpkı bir fabrikada, üretim hattında çalışan insanlara benzemektedir. Birinin herhangi bir biçimde görevini, aksatması ya da geciktirmesi, bütün sistemin durmasına yol açar.
Spor ve benzeri alanlarda dakikanın yüzde birinde, gösterilen gayretler sonuçları etkilemektedir. Sanayileşmiş ya da sanayileşme yolunda olan bütün ülkelerde başarıyı, yani ilerleme hızını, sonsuza kadar devam edeceği kabul edilen yarış belirlemektedir. Toplum içinde herkes bu devasa makinanın hızına uymak zorundadır. Giderek hızlanan bir uçaktaki yolcular gibi, en küçük zaman birimi, hedefe ulaşmada büyük önem ve anlam taşımaktadır. Ancak nereye gidildiği kimsenin umurunda değildir.
İnsanlar ellerine geçenlerin ne pahasına olursa olsun, durmadan çoğaltılması derdindedir. Sanayileşmeden önce zaman, böylesine tutsak edilmemiştir. Tutsak olan yalnızca zaman değil, zamanla birlikte insanın zihinsel gücü de işgal edilmiştir.
Zamana sorumsuzca el konulması, zamana başka bir görünüm kazandırmıştır. Zaman adeta donmuştur, sonsuza kadar böyle gidecekmiş gibi bir görünümdedir.
Zamanı bütünüyle unutmanın sonucunda, herkes ileriyi göremez, sonrasını düşünemez hale düşmüştür.