İnsanlar hayatın, ekonominin ve dünyanın merkezinden alınarak, yerine pazar mekanizması ya da tam rekabet modelini yerleştirilir ve sistemin çalışması, yalnızca ekonomik insana bırakılırsa, büyük balıkların küçük balıkları yuttukları, kıran kırana işleyen bir ekonomik yapı ve kültürel doku ortaya çıkar. Güçlünün güçsüzü ezdiği, kaynakların belirli ellerde toplandığı, insanın gönül yanının hiç önemsenmediği bir ekonomik dünya oluşur. Geçmişin hiçbir döneminde insanlar, ahlak ilkelerinden böylesine koparılmamıştır. Yoksa arz ve talep yasaları, insanların var oldukları her yerde yürürlüktedir.
Pazar mekanizması ekonomik olayları, açıklamada yalnızca bir modeldir. Modeller Fizik ve benzeri bilgi alanlarında bile, hiçbir zaman gerçeğin kendisi değildir. Tam tersine modeller sorunları kavramada, olayları açıklamada kolaylık sağlayan basitleştirmelerdir. Eğer İbn Haldun’dan bugüne kadar çok sayıda düşünür, şu ya da bu şekilde arz ve talep yasasından söz etmişlerse, bu söz konusu yasanın iktisadi olayları açıklamada önemli bir yaklaşım olmasından ileri gelir. İnsanlardan soyutlanmış tam rekabet modelinin dayandığı, pazar ekonomisinin tek ve değişmez oluşundan değildir.
Dostoyevski’nin bir romanında arz ve talep yasasının insan elinde ne hale geldiğini gösteren ilginç bir olay anlatır. Eski eşyalar satılan bir pazarda biri, çok düşük bedelle albüm benzeri küçük bir eşya satın alır. Tam parayı öderken bir başkası gelir. Benim için onun özel bir değeri var, bana satar mısınız, diye sorar. Satın alan ‘elbette’ der ama aldığının oldukça üzerinde bir fiyat söyler. Almak isteyen “nasıl olur, sen bunu şu kadar paraya almadın mı” der. O zaman satıcı durumunda olan, arz ve talep yasası bu. Satın almak isteyen sensin, işine gelirse diyerek, pazardan hızla uzaklaşır.
İnsanlar duygulardan ve ahlaki ölçülerden arındırılırlarsa, talep var diye on liralık bir eşyayı, yüz liraya hiç düşünmeden satarlar. Ayrıca bir John Steinbeck’in romanlarında anlattığı gibi, fiyatlarını düşürmemek için, insanların beslenmesinde hayati bir öneme sahip olan ürünleri denize dökmekten kaçınmazlar. Seküler dünyada arz ve talep yasası, öyle işletiliyor ki ekonomide kötü paranın iyi parayı pazardan kovması gibi dürüst, hak gözetir ve özveri sahibi insanlar, yalnızca maddi kazanç peşinde koşan açgözlüler tarafından, ekonomik yapıdan bir bir uzaklaştırılıyorlar.
Seküler Batı dünyasında ekonominin temeli pazar mekanizması, bütün insani ve ahlaki değerlerden arındırılarak, “kazanç her şeydir” diyen insanlarca yönlendirilir hale gelmiştir. Artık daha çok getiri sağlama güdüsü, kültürel ve ekonomik yapıyı yönlendiren ana dinamik haline gelmiştir. Bunun sonucu Batı dünyasında geçmiş dönemlerde, benzeri olmayan bir gelir patlaması ortaya çıkmıştır. Pazar mekanizmasını tersine işleten Kapitalizm, son yüzyıl içinde şah dönemini yaşamıştır. Ekonomik kazanımları artırma yolunda, ilkesi ilkesizlik olan Kapitalizm her şeyin iyisini, sağlamını ve güzelini pazardan kovarak, hayatın ekonomik, siyasal ve kültürel boyutlarını bütünüyle değiştirmiştir.
Dünyanın her ülkesinde doğruyla yanlış, iyiyle kötü, güzelle çirkin birbirine karışmıştır. Ahlaki değerlerin kaynağı olan kutsal kültür, yaşanılan hayatın dışında kalmıştır. Kutsal kitaplarda anlatılan tarih bilinci yitirilmiştir. Dış dünyanın zenginliğinin artırılması için, iç dünyanın derinliği göz ardı edilmiştir. Özel mülkiyete dayanan kazanç, kutsal bir emanetmiş gibi azizleştirilmiştir.
Eğitimden sağlığa kadar, hayatın yaşanırlığla ilgili her hizmetin fiyatı pazar mekanizmasının katı ve acımasız kurallarına terk edilmiştir. Ahlaki değerleri önemsemeyen, ölümden sonra kalkışa inanmayan, yargılanma gününü düşünmeyen, tek amacı eline geçeni katlayarak artırmak olan, bir dünya ortaya çıkmıştır.
Beş kıtasındaki ülkeleriyle bütün dünya, hayatın her alanında “ekonomik” insanların yerini alacak, kendisi için istediğini herkes için isteyen, “erdemli” insanları beklemektedir.