Bilginin hiyerarşisinde Seküler Batı’da, metafizik dünyadan daha çok fizik dünyaya ağırlık verilmesi, kutsal kültürle seküler kültür arasındaki iletişim ve etkileşim kanallarını dinamitlemiştir. Seküler kültürün oluşturduğu düşünce ve yaşama paradigmasında, bilginin hiyerarşisi altüst olmuştur. Bilginin hiyerarşisinde normatif değerlerin yerine pozitif değerler geçmiştir. Hayatın her alanında, Marx’ın deyişiyle kutsal kültür, toplumların afyonu olarak görülmüştür.
İslam dünyasında kutsal kültürün yorulma bilmez savunucusu Düşünür Şair Sezai Karakoç”un vurguladığı gibi: ”Nerval, Baudlaire, Verlaine, Mallerme, Rimbaud, Valery, Eliot, Paund, Lorca ve Saint John Perse gibi, 19. Ve 20. Yüzyılın Batılı büyük şairleri, uygarlığın metafiziğe ve transandantala ihtiyatla kapalı perdelerini bir hayli zorlamışlarsa da, içlerinden onu açıp öteye geçen, hemen hemen hiç olmamıştır.” Metafiziğe kapalı seküler kültür, Batı”dan bütün dünyaya, silah da dahil olmak üzere, her yöntemden yararlanılarak ihraç edilmiştir.Yirminci yüzyıla Seküler kültür damgasını vurmuştur.
Yeniden kutsal kültüre dönülmesini savunan Sosyolog Daniel Bell”in tanımlamasıyla: ”Seküler kültür, kutsalın siyasal alandan bütünüyle çekilmesi” ve ”Din ile devletin birbirinden ayrılmasıdır.” Seküler kültürün misyonerliğini yapan Batı dünyası, İslam dünyasında, ”Siyasal İslam”ın önünü kesme adına, ”Demokratik İslam”ı baltalamak için, Türkiye’de, Cezayir’de, Endonezya’da, Pakistan’da, Afganistan’da, Mısır”da ve Filistin”de elinden geleni geri bırakmamıştır.
Yunan’ın savaş odaklı mitolojik mirasıyla Roma’nın ordu ve dayatma geleneğine dayanan Batı’nın seküler kültürü, yedeğine bilimsel ve teknolojik gelişmeleri de alarak, Rusya”dan Çin”e kadar bütün dünyada şiddet fırtınaları estirmiştir. Seküler kültürün bir barış yüzyılına dönüştürmesi beklenen 20. Yüzyıl, beklenenin tam tersine, bir savaş yüzyılı olmuştur. Dünyanın her yerinde savaşlar birbirini izlemiştir. Dünyadaki bütün ülkeler, 20. yüzyılda birbirleriyle savaşmışlardır,21. yüzyılda da savaşmaya devam ediyorlar.
Dünya 21. Yüzyılın ilk çeyreğine, geçen yüzyılda olduğu gibi, savaşlarla girmiştir. Her ülkenin kutsal kültürünün kendine olduğu, kimsenin inancından dolayı küçümsenmeyeceği yeni yüzyılda, devletler değil, kültürler savaşıyor, demokrasiler savaşıyor. Bir yanda seküler kültürün demokrasileri, bir yanda da kutsal kültürün demokrasileri vardır. Seküler kültürün demokrasileri, ”benim dinim yalnızca benim değil, senin de dinin” diye dayatıyor. Kutsal kültürün demokrasileri ise, ”benim dinim yalnızca benim, senin dinin de senin” diyor.
Kutsal kültürde zorlama yoktur. Kimse kimseyi Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist, Konfüçüyüsçü ya da Şintoist olmaya zorlayamaz. Ancak herkes herkesi, demokrat olmaya davet eder. İnsanlar, Müslüman Demokrat, Hristiyan demokrat, Yahudi Demokrat, Budist Demokrat, Konfüçüyüsçü Demokrat ve Şintoist Demokrat olabilirler.
Araştırmacı Edgar Marin”in üzerinde önemle durduğu gibi, dünyada bir iki yüzyıllık tarih olan demokrasi, yalnızca bir yönetim tekniğidir, kutsal kitaplı, kutsal kaynaklı bir din değildir.
İslam dünyası seküler kültürün demokrasisinden önce, geçmişte Medine’de uygulaması yapılan, kutsal kültürün ortak değerlerine dayanan demokrasiyi arıyor.
İslam dünyasının ana sorunu, Atina odaklı sekülerleşme değil, Medine odaklı demokratikleşmektir.