Kutsal gelenekte ölüm dünya hayatının bitişi, öteki dünya hayatının başlangıcıdır. Hayatın değerli kılınması, ölümün anlamlı kılınmasına bağlıdır. Dünya ve öteki dünya gibi, ölüm ve hayat birbirini izleyen, bir sürecin iki ayrı alanıdır. Birinin öncesi, birinin sonrasıdır. Ölüm sonrasını yok sayan bir kültür, hayata anlam kazandıramaz. Ölümsüz bir hayat, yazı olmayan bir kışa benzer.
Dergah kültürünün derin ve zengin dünyasında, ölüm bir ayrılık gününden daha çok, bir buluşma günü olarak kabul edilir. Bunun için, Mevlana’nın ölüm günü, ölümünden sonra, bir ağlama günü olarak değil, bir buluşma günü olarak görülmüştür. Dünyanın her yanında, Mevlana’nın bir dünyadan, bir dünyaya geçiş günü, yaşıyormuş gibi, hiç ölmemiş gibi, dualarla kutlanır gibi anılır, anılır gibi kutlanır.
“Ölüm günü tabutum omuzlara alındığı zaman, benim bu dünyanın dertleriyle dertlendiğimi sanma. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık diye ağlama. Benim sevgilime kavuştuğum asıl o zamandır. Beni toprağa verince elveda elveda deme, çünkü mezar bir perdedir arkasında Cennetlerin huzuru vardır” diyen Mevlana, ölümü bir yok oluş olarak değil, bir var oluş olarak görmüş, herkesin sessizce karşılaması gerektiğini vurgulamıştır.
Mevlana toprağa düşen canın, yeniden hayat bulması olarak gördüğü ölümü, gülümseyerek karşılamıştır. Çünkü dediği gibi “Ölürken gülmeyen kimseye mum deme, aşk yolunda mum gibi eriyenlerdir ki, dağılırken amber gibi kokular saçarlar.” Mevlana gülümseyerek, bu dünyadan öteki dünyaya, bir güzel hayattan başka bir güzel hayata yükselmiştir. Onun düğün gecesinde, kutsal geleneğin, bütün mensupları, cenaze töreninde bir araya gelmişlerdir.
İster Müslüman, ister Hristiyan, isterse de Yahudi olsun, onun gönül dünyası herkese açıktır. Onun dergahı korku ve düşmanlığın değil, ümit ve güvenin dergahıdır. Kim olursa olsun, orada kimse için, ümitsizliğe yer yoktur. Bu yüzden, dünyanın her yerinde, herkes onun hoşgörüsüne ve alçak gönüllülüğüne aşıktır. Hristiyanlar ona “Bizim İsa’mız”, Muse- viler “Bizim Musa’mız”, Müslümanlar da “Peygamberimizin Nurudur” demişlerdir.
Mevlana hem Doğu’da, hem de Batı’da, ölüm ve hayatın anlamlandırılması yolunda, her düşünür ve şairi etkilemiştir. Onun eserleri yalnızca İslam dünyasında değil, Avrupa ve Amerika’da da kutsal kültüre açılmanın yol haritası olmuştur. Başta Mesnevi olmak üzere onun kitaplarını Annemarie (Ce- mile) Schimmel Almanca’ya, Vincent (Mansur ) Monteil ve Eva (Havva) Meyerovitch Fransızca’ya, Reynold Nicholson ve A. J. Arberry İngilizce’ye çevirmiştir.
Coleman Barks’ın “The Essential Rumi” adı altında Mesne- vi’den yaptığı seçmeler, son yıllarda Amerika’da en çok satan şiir kitabı olmuştur. Barks, kitabın sonunda Mevlana ile olan, ilginç öyküsünü anlatır. İlk çevirilerini gönderdiği dostunun önerisiyle, Philadelphia’da bir gönül insanı olan B. Muhyiddin’i ziyaret eder. Bir sene önce rüyasında gördüğü insanla karşıla- şınca şaşırır. Onun ilk sözü “Başladığın işi yarım bırakma” olur.
Mesnevi akılla düşünüldüğü gönülle yazıldığı için, bütün insanların hem akıllarında, hem de gönüllerinde kendisine geniş bir yer açmıştır.
Yüzyıllar içinde Doğu ve Batı’dan insanların Mesnevi’yi aradıkları gibi, Mesnevi de kendisin arayan insanları aramıştır.
Mevlana’nın Dergahı ümitsizlik, karamsarlık, kötümserlik dergahı değildir, kapıları bütün dünyaya açıktır.
Koronayla iki dünyanın perdeleri açılmış, hayat ölümle,ölüm hayatla bütünleşmiştir.
Ölümün yeni dünyaya doğum olduğunu inanmayanlar, hayatı güzelleştiremezler.
Ölüm doğum olduğu için, bütün peygamberler ölmüşlerdir.
Dünyada tenler ölür,canlar ölmez,canlar ölümsüzdür.