Anadolu insanı Asya ülkelerinde Türk, Avrupa ülkelerinde Müslüman olarak tanınır. Anadolu’da her ailenin bir soyağacı vardır, herkes atalarının kim olduğunu ve nereden geldiğini bilir. Ancak hiç kimse, soyunun bütün soylardan daha üstün, olduğunu ileri sürmez. O bilir ki insanın değeri, soydaşlarının çokluğundan değil, inancının derinliğinden kaynaklanır. İnsanlar güçlerini soylarından önce, değerlerinden alırlar.
Anadolu soyların olduğu kadar, inançların da harman olduğu coğrafyadır. Hiç kimse anne ve babasını seçme hakkına sahip değildir. Buna karşılık, inançta zorlama yoktur. Herkes inancını seçmede özgürdür. Bunun için Anadolu insanı, kimsenin inancını küçümsememiş, kimseye de inancını zorla benimsetmeye çalışmamıştır. O gittiği her ülkede, soyunun seçilmişliğini değil, değerlerinin üstünlüğünü savunmuştur.
Anadolu’da bir ailede hem Kürt, hem Boşnak, hem Çerkez, hem Arap, hem Arnavut vardır. Bir insanın baba soyu Türk, anne soyu da Arap olabilir. Anadolu insanı yarı Türk, yarı Arap olmaktan kaygılanmaz. Ancak inançta, soyda olduğu gibi, ikiliğe kesinlikle yer yoktur. Bir insanın yarım Müslüman, yarım da Hristiyan olması mümkün değildir. Anadolu’yu Anadolu yapan soyların çokluğu, inancın tekliğidir.
İslam’ın bütün insanlığı kucaklayan, geniş ve zengin inanç dünyası içinde, soyu ne olursa olsun, bütün insanlar ya inançta ya da yaratılışta kardeştirler. Çünkü geriye dönülüp bakıldığında, herkesin anne ve babasının, Adem ile Havva olduğu görülür. Dünyanın hangi ülkesinde yaşarsa yaşasın, “Yetmiş iki” ırk da, aynı anne ve babadan gelmiştir. Bu ırklardan hiçbir ırkın, başka bir ırka üstünlüğü yoktur, hiç kimse kendisini “Seçilmiş” ırk olarak göremez.
Dünyanın neresinde olursa olsun, her üniversitede, her fa- kültede, her ülkeden öğrenciler vardır. Amerikalı, Avrupalı, As- yalı ve Afrikalı öğrenciler, ülkelerini başka ülkelerle, ırklarını başka ırklarla, karşılaştırmaktan hoşlanırlar. Ancak Darwin’in evrim kuramlarıyla düşünenler, seküler kültürle yoğrulanlar, bütün insanlığın birbirleriyle kardeş olduğunun kavramakta, kimsenin kimseden üstün olmadığını anlamakta güçlük çekerler.
Türkler bütün insanlığın, atalarının bir olduğunu bildikleri için, başarılı olmanın kaynağını ırkların soyluluğunda değil, inançların sağlamlığında aramışlardır. Anadolu insanının kimliğine soyu değil, inancı değer kazandırmıştır. Türklerin üst kimliklerini inançları oluşturmuştur. Mihalıççık’ta doğan bir Anadolu insanı Eskişehir’de Mihalıççıklı, Ankara’da Eskişehirli, İstanbul’da Anadolulu, Londra’da Türkiyeli, New York’ta, Müslümandır.
Hem yerel hem de küresel düzeyde, kimlikler yatay ve dikey olarak halka halka genişler ve küçülür. Duvarların yıkıldığı bir dünyada, Anadolu insanı, Türkiye’de Türk, Almanya’da Avrupalı ve Amerika’da da dünya vatandaşıdır. “Küresel köy”de her insanın kimliği, isminde gizlidir. Bir insanın iç dünyası, dış dünyasına yansıdığı gibi, inancı da ismine yansır.
Türkler ırklarını inançlarında, çaydaki şeker gibi eritmeyi bildikleri için, iyilikte yarışarak, inançlarının kor ateşini, iki deniz, üç kıtaya taşımışlardır.
Anadolu insanı inancını soyunda değil, soyunu inancında eritmiştir. Onun için belirleyici olan soyundan önce inancıdır.
Anadolu’nun bereketli toprakları, soyları bir ırkta eritmekten daha çok, inançları bir inançta eritmiştir.