Dünyanın kaynakları sınırsız, insanların istekleri sınırlı olsa, ülkeler arasında, üretmek ve tüketmek, böylesine önemli olmayacaktır. Yunus’un deyişiyle , bütün insanlar varlığa sevinmeyeceklerdir, yokluğa yerinmeyeceklerdir. Başta ekonomi bilimi olmak üzere, bütün bilimler insanların isteklerinden daha çok, ihtiyaçlarını karşılamaya odaklanacaklardır. Ancak dünyanın kaynakları sınırlı, insanların istekleri sınırsızdır.
İnsanların karınlarının doyduğu, gözlerinin doymadığı bir dünyada, dünya kaynaklarının değerlendirilmesi ve paylaşılması, ülkeler arasında, büyük savaşlara yol açmaktadır. Bunun için John Maynard Keynes, “Ekonomi düşünürlerinin doğru ya da yanlış düşünceleri, sanıldığının aksine çok önemlidir. Hatta denilebilir ki, dünyaya yalnız onlar yön verirler” demektedir. Çünkü Ekonomi biliminin tarihi, insanlığın tarihiyle yaşıttır. Kimse ekonomiyi göz ardı edemez.
Sınırlı dünyada sınırsız üretim olmadığı gibi, sınırsız tüketim de olmaz. Ekonomi biliminin Batı dünyasındaki öncüleri, Etik ile ekonomi arasındaki ilişkileri görmekte, hiç istekli olmamışlardır. Onlara göre Ekonomi bilimi, değerden bağımsız olarak ele alınmalıdır. Onlar ekonomik hayatın canlılığının, kendisi için istediğini, başkası için istemeyen, doyma bilmez açgözlü insanlardan, kaynaklandığını sürekli tekrarlamışlardır.
Bütün dünyada ekonomik hayat, kritik bir dönüm noktasından geçmektedir. Sınırsız tüketim peşinde koşanlar, kendileriyle birlikte bütün dünyayı, büyük bir yıkıma götürmektedirler. Ekonomik, siyasal ve kültürel alanda faaliyet gösteren, bütün kurumlar ve bütün kuruluşlar arasında, Jean Jacques Rousseau’nun “Toplumsal Sözleşme”si gibi, yeni bir “Kültürel Sözleşme”ye ihtiyaç vardır. Hiçbir alanda dokunulmaz kurum, kuruluş ve bilim olmaz. Ekonomi herkesin günlük hayatıyla, ilgili bir amaç değil, bir araçtır.
Ekonomi uzmanlarının ileri sürdüğü gibi, tüketimi her yıl belirli oranda arttırmak, huzur ve mutluluk kaynağı değildir. Tüketimin Alaaddin’in lambasındaki cin gibi, bütün sorunların üstesinden gelmesi mümkün değildir. Her tüketim bir yandan ekonomiye canlılık kazandırırken, bir yandan sorunlara yeni boyutlar kazandırır. Sınırlı dünyada sınırsız tüketim peşinde koşanlar, her alanda büyük krizlerin tetikleyicileri olurlar.
Joan Robinson’un vurguladığı gibi: “Ekonomi uzmanlarının tuzaklarına düşmemek için, herkesin toplumun bütün kesimlerini etkileyen ekonominin işleyiş mekanizmasını öğrenmesi gerekir.” Ekonominin yağmur gibi bütün canlılara hayat verebilmesi için, seküler kültürün “Görünmeyen Ekonomik Eli” yerine, kutsal kültürün “Görünen Etik Eli” geçmelidir. Etiğin görünen eli, alan el değil, veren eldir. Etik ilkelere özen gösterenler kutsal kültürde, verenlere daha fazlasının verildiğine içtenlikle inanırlar. Seküler kültürün tek dünyasında bir kazanılırken, kutsal kültürün iki dünyasında, yedi yüz kazanılır.
Veren el olanlar bir yandan toplumların en zenginleri gibi üretirken, bir yandan en yoksulları gibi tüketirler.
Dünyada ekonominin dağı ne kadar büyük olursa olsun, kültürün yolu dağın üzerinden geçer.
Veren el olmanın yolu, ekonominin doğrularından önce, kültürün doğrularıyla açılır.