Türkiye’de Tanzimat’tan, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e, Paris’teki gelişmelere ayak uydurmak için, İstanbul’dan uzaklaşmanın tartışıldığı bir dönemde, edebiyatı medeniyet için bilenler, Anadolu insanının sesi ve sözcüsü olmuşlar. Onlar açıklık içinde yeniden yapılanmanın hareket noktası olarak, Batı’nın bilgilerinden ve bilgeliklerinden önce, Doğu’nun bilgilerini ve bilgeliklerini almışlar. Bin yıllık Anadolu tarihine yaslanarak, Türk tarihindeki ana akışı kavramak için, dünya düşünce tarihini eleştirel bir gözle yorumlamışlar.
Türkiye’nin Yirminci yüzyılına damgasını vuran edebiyatçıların, başında gelen Necip Fazıl bütün insanlığın, düşünce ve eylem tarihini içselleştirerek, büyük bir birikimle ve tükenmez bir coşkuyla, tarih boyunca haksızlığa uğrayan “Büyük Mazlumlar”dan, Osmanlı Devletini Yirminci Yüzyıla taşıyan “Abdülhamit Han”a kadar, anahtar kişileri ele alarak, dünya tarihinin aydınlatılmasına ışık tutmaya çalışmıştır. Bu bağlamda gönül dünyasının zirveleri olan, Yunus Emre’nin ve İbrahim Ethem’in hayatlarını oyunlaştırmıştır.
Durup dinlenmeden yaptığı çalışmalarla Necip Fazıl, Anadolu insanının tarihini yeniden yazarak, yeni açılımlar kazandırmıştır. Ve tarihi edebiyattan, edebiyatı tarihten ayırmadan, birlik içinde ele alarak, tarihin değişmeyen zenginliklerini, edebiyatın değişen derinlikleriyle yorumlamıştır. Pascal gibi filozofların dünyasına değil, peygamberlerin haberini verdiği dünyaya inanmıştır, Aksa Mescidinde bütün peygamberlerin arkasında saf tuttuğu Son Peygamberi anlatan, “Çöle İnen Nur”u yazmıştır.
Yirmi birinci yüzyılda Doğu’dan Batı’ya bütün insanlık, peygamberlerin haberlerini getirdiği dünyayı aramanın peşine düşmüştür. Bilinmeyen yaşanacak hayata açılan kapıların anahtarları, Mehmet Akif gibi, Yahya Kemal gibi, Necip Fazıl gibi, Sezai Karkoç gibi, “metafizik sancı” taşıyan şairlere verilmiştir. Edebiyatı medeniyet, düşünceyi eylem, şiiri iman için bilen şairler, hem yaşanan hem yaşanacak hayatın şiirini yakalamada güçlük çekmemişler. Onlar için edebiyat, her zaman güzelliğin rengini, kokusunu ve tadının yitirmeyen, en güzel şiirini aramak olmuştur.
İç dünyalarında Cenneti bulanlar, dış dünyaları Cennete dönüştürmenin yollarını genişletmişler. Peygamberlerin haber verdiği Cennetin kapılarına, insanlar iç dünyalarından dış dünyalarına doğru, yüzyılların içinde yeni boyutlar kazanan, uzun ve çileli bir yolculuğun sonunda ulaşmışlar. Edebiyatta ölümsüz hayatın şiirini arayanlar, ölümsüz eserler vermenin anahtarlarını bulmuşlar. Onlar İç dünyalarında yakaladıkları uyumu ve düzeni, dış dünyalarına kolaylıkla yansıtmışlar.
İki dünyada gerçeği arayanlar için, bilginin ve bilgeliğin vatanı hiçbir zaman olmamıştır. Bilgi ve bilgelik Doğu’da ya da Batı’da, nerede bulunursa oradan alınmıştır. Bilginin ve bilgeliğin peşine düşenlerin dünyasında, nereden alındıkları değil, doğru olup olmadıkları önem kazanmıştır. Onların bilgisine ve bilgeliğine, bütün dünyanın kapıları sonuna kadar açılmıştır.
Yunus gibi varlığa sevinmeyenler, yokluğa yerinmeyenler, ballar balını bulanlar, insanlığın İlk Peygamberle başlayan, beş bin yıllık bilgi ve bilgelik birikimini, bütünlük ve süreklilik içinde ele alarak özümsemişler ve akalarında silinmez izler bırakmışlar.
Ölümsüzlüğün şiirini yakalayanlar, değişmez düşünce ve eylem kaynağı olarak, kutsal kitapların anası Kur’an’ı, şehirlerin anası Mekke’yi görmüşler, güncelliğini yitirmeyen kitaplar yazmışlar.