Türklerin Asya’dan Avrupa’ya yürüyüşlerinde, Fatih’in bütün Müslüman devletlerin “Kızıl Elma”sı olan İstanbul’u alması, dünya tarihinde köklü dönüşümlere yol açmıştır. İstanbul’un Türklerin eline geçmesiyle, Roma İmparatorluğu ömrünü tamamlamıştır, “Ortaçağ” sona ermiş, “Yakınçağ” başlamıştır. Doyma bilmez bilgi ve bilgelik arayıcısı olan Fatih, dünyanın ilk ve tek “çağ açan” ve “çağ kapayan” Türklerin bilge sultanıdır.
Türkler, Yahya Kemal’in, “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. / Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul ! / Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” diyerek, anlattığı İstanbul’u, sur içine sıkışmış harap bir şehir devleti olarak teslim almışlardır. İstanbul Roma İmparatorluğu’nun ömrünü uzatmak için, Konstantin tarafından “İkinci Roma” olarak kurulmuştur. “Birinci Roma”nın kısa işgali sırasında, en büyük yıkımı yaşamıştır ve yeniden inşa edilememiştir. Konstantiniyye Türklerin elinde İstanbul olmuştur.
Avrupa’nın Asya’ya ve Afrika’ya yürüyüşü, İslam’ın doğuşuyla durdurulmuştur. İslam’ın ilk yıllarında, Araplar Irak’a, Suriye’ye, Filistin’e, Türkistan’a, Anadolu’ya, Mısır’a, Kuzey Afrika ‘ya ve İspanya’ya açılarak, Türklere İstanbul’dan sonra, Belgrad’ın, Budapeşte’nin ve Viyana’nın kapılarını açmışlardır. İslam’ın ilk yıllarındaki mucizevi gelişme, Osmanlı’nın ilk yıllarında da görülür. Üç sultan: Fatih, Yavuz, Kanuni, Üç başkent: Bursa, Edirne, İstanbul, Türklerin “Cihan Devleti”, Osmanlı ülkesinin mimarlarıdır.
Osmanlı Devleti’nin uzun ömürlü olmasının kaynağında, derin tarih bilinci, zengin düşünce birikimi ve eşsiz eylem gücü vardır. Fatih medeniyetlerin harman olduğu İstanbul’da, yeni bir medeniyetin temellerini atmıştır. O Ayasofya’nın kubbesindeki haçı hilale dönüştürmekle yetinmemiş, Roma’dan kalan harabelerin üzerine, Fatih medreselerini ve camisini inşa etmiştir. “Ilımlı, yalın, özentisiz” bilinen Sultan, her eyleminde medeniyeti iman için bildiğini, ne yaptıysa İslam için yaptığını, sürekli vurgulamıştır.
Fatih “Bendeki bu sevinci görürsünüz, Konstantiniyye fethine sevinir sanman, Akşemseddin benim zamanımda olduğunu sevünürün” demekten mutluluk duyar. Cahit Tanyol’un “Fetih Destanı”nda vurguladığı gibi: Osmanlı Devleti’nde, “Düşünceyi, yeni bir dünya ve devlet görüşünü Akşemseddin, eylemi ve yaşantıyı da Fatih temsil etmektedir.” Bir devlet yöneticisi, düşüncenin dervişi, eylemin velisi olmazsa, tarihte kendisine sağlam bir yer açamaz.
Osmanlı toplumunun temellerinde, devletin sultanlarından daha çok Dergah kültürünün sultanları vardır. Edebali”siz, Emir Sultan’sız, Hacı Bayram’sız, Akşemseddin’siz, Hacı Bektaş’sız, Eşrefoğlu’suz, üç kıta ve iki denizde söz sahibi, Osmanlı Devleti düşünülemez. Türkler Sinan ile şehirleri, Yunus ile gönülleri fethetmişllerdir. Onlar görkemli dönemlerinde, hem Yunus,hem Sinan olmayı bilmişler, almak için değil, vermek için çalışmışlardır.
Yirmibirinci yüzyılda dünyanın bütün şehirleri, İstanbul gibi fethedilecek, “Kızıl Elma”ya dönüşmüştür.İletişimdeki gelişmelerin, sınırları ortadan kaldırdığı kare dünyada, dünyanın bütün şehirlerinde olmayanlar, dünyanın hiçbir şehirinde olamazlar.
Siyasal sınırlardan daha çok,ekonomik sınırların önem kazandığı, yeni dünyada fetihler, savaş alanları cephelerden, barış alanları pazarlara kaymıştır.
Dijital mobil dönem, cephelerde savaşan, silahlı güçlerin dönemi değil, pazarlarda yarışan, silahsız güçlerin dönemidir.
Yeni dünyada cephelerde savaşan ülkelerin kazananları, pazarlarda yarışan ülkelerin kaybedenleri olmaz.
Yeni fatihler cephelerde savaşanlardan daha çok, pazarlarda yarışanların arasından çıkacaktır.