Bir roman, bir hikaye, bir deneme, bir şiir, insanı yeryüzünden alır, gökyüzüne taşır. Güzel bir edebiyat ürünü, okuyucusuna içinde yaşanılan şiddet dünyasını unutturur, sevgi dünyasının kapılarını aralar. Hayatın içinden bir roman, iyilik peşinde koşan olumlu, kötülük peşinde koşan olumsuz insanlarıyla, okuyanın başkalarıyla birlikte, kendisini de anlama sürecine, büyük katkılarda bulunur. Ebebiyat ürünleriyle, yaşanan şiddet dünyasıyla, yaşanılması gereken sevgi dünyası, arasında köprüler kurulur.
Bir roman okuyucusu, hayatın değerinin, yitirilen güzellikleri aramakla, kavranabileceğinin bilincine ulaşır. Okuyucu hayatın insana yüklediği görev ve sorumlulukları, yerine getirmek için eyleme geçer. Edebiyat düşünce ile eylem arasındaki, duvarları yıkmak için vardır. Eylem ustası Nuri Pakdil, hayatın önemini ve anlamını kavrasınlar diye, Dostoyevski’yi okumayanlara, “sürücü belgesi” verilmesini istemez. Kazalarıyla hayat söndüren sürücüler gibi, elinde silah olanlar için de, sürekli Dostoyevski okumak zorunlu olmalıdır. Roman hayatın şiiridir. Şiir seven kan dökmez. Roman okuyan elini kana bulaştırmaz.
İnsanlara bir hayatın bin hayat olduğu, en güzel edebiyatla anlatılır.
Acıları ve sevinçleriyle, İnsanları bilenler, hayatın değerini bilirler. Edebiyat ürünleri, şehirleriyle, mimari yapılarıyla, denizleriyle, gölleriyle, nehirleriyle ve insanlarıyla, dünyayı güzelleştirirler. Güzelliği arayanlar iyiliği bulurlar. İyiliği bulanlar güzelliği ararlar. Anadolu insanının Sinan algısı, Süleymaniye olgusuna, Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiriyle dönüşmüştür. Türk nehirlerinin anası Sakarya’yı, Anadolu’nun düşünce ve eylem dünyasına Necip Fazıl kazandırmıştır. Türk ve İslam dünyasını paramparça yapan savaşın dehşetini Anadolu, Mehmet Akif’in şiirlerinde yaşamıştır.
Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, Mevlana’yı, Yunus’u, Shakespeare’i, Goethe’yi, Hugo’yu okuyanlar, yaşadıkları dünyanın, herkesin birbirini tanıdığı, çok boyutlu, çok kültürlü, çok renkli bir dünya olduğunu görürler. Edebiyat ürünleriyle insanlar, düşünülmeyenleri düşünürler, bilinmeyenleri bilirler, algılanmayanları algılamayı öğrenirler. Edebiyat dünyasının içinde olmayanlar, zamanın akışının dışında kalırlar. Edebiyata yabancılaşanlar, insana yabancılaşırlar. İnsana yabancılaşanlar, hayata yabancıaşırlar. Hayata yabancılaşanlar için, hayat hem önemini hem anlamını yitirir.
İnsan hayatının anlamsızlaştığı ve hiç önemsenmediği bir terör yüzyılında, barış ortamının oluşmasına katkıda bulunmak, her insanın başta gelen, en önemli görevidir. Silahlarla beslenen savaş kültürüne karşı, edebiyatla beslenen barış kültürüne, yeni boyutlar kazandırmak için, bütün üniversitelerde barışı barışla kazanmanın, yol ve yöntemlerini araştıran enstitüleri kurulmalıdır. Savaşın büyüttüğü korku ve düşmanlıklar, barışın büyüttüğü sevgi ve dostluklarla yok edilmelidir. Savaşın düşmanı olmayanlar, barışın dostu olmazlar.
Barışın öğretmeni olmak için, edebiyatın öğrencisi olmak gerekir. Edebiyatçılar insanlığın barış birikimini, verdikleri ürünlerde taşırlar. Savaş yüzyıllarda yitirilen barışın yol haritası, dünya şairlerinin şiirlerindendir. «Barış nerededir, gören ve bilen var mı” diye soranlara, verilecek en güzel güzel cevap: “Yunus’un şiirlerini oku, görür ve nerede olduğunu anlarsın” demek olur.
Tarihin her döneminde, kılıçla sağlanan barışlar değil, kalemle sağlanan barışlar uzun ömürlü olmuştur. Barışın yolları tanklarla değil, şairlerle açılır. Şiirin öncüleri barışın sözcüleridir.
Şairler savaşı durduran sözün ustasıdırlar. Sözün eri olmayanlar, barışın ereni olamazlar.
İnsanlar erdemlerini, barış ortamından daha çok, savaş ortamında gösterirler.
Şiirsiz barış, barışsız şiir olmaz. Barış şiirle mayalanır.
Dünyada bütün askerlerin adı barış olmalıdır.
Barış birlikte yaşamaya çağrıdır.