Farabi güncelliğini hiç yitirmeyen eserleriyle, bin yıl öncesinde yaşamış olmasına rağmen, düşünce tarihi içinde kendisine vazgeçilmez bir yer açar. Hint’ten Babil’e, Babil’den Mısır’a, Mısır’dan Yunan’a, Yunan’dan Roma’ya, Roma’dan İslam’a, İslam’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Amerika’ya, Amerika’dan Çin’e elden ele dolaşan, düşüncenin yere hiç düşmeyen meşalesi, iklimden iklime geçiyor. Meşale geçtiği ülkelere dönüştürücü güç kazandıra kazandıra, tarih içindeki gizemli yolculuğuna devam ediyor.
Dünya düşünce tarihinde usta yorumcu ve büyük geliştirici, Farabi’nin adı Aristo’dan önce gelir. Aristo’yu eleştirel gözle elden geçiren, düşüncelerini enine boyuna tartışan Farabi, Aristo’nun en büyük yorumcusu ve en büyük geliştiricisi olarak bilinir, adı Aristo’yla birlikte anılır. Onun İslam düşüncesi içindeki, yerini ortaya koyarken, Batı dünyasına ilk ışık tutan, Türk düşünür olduğu hep vurgulanır. Bu yüzden Batılılar için, Aristo’dan önce Farabi gelir. Çünkü Batılılar medeniyetlerinin temellerinden biri olan Yunan düşüncesini, Farabi gibi düşünürler aracılığıyla tanırlar.
Farabi Buhara’da 870 yılında doğar ve 950 yılında Şam’da ölür. Felsefeye çok ilgi gösterir. Bağdat’ta fıkıh öğrenir. İslam dünyasında müziğin, kuramsal temellerine ilişkin ilk çalışmaları yapar. Hayatın içinde olan Farabi, çok yönlü bir düşünür olarak tanınır. Önemli kitaplarını Halep’te yazar. Dünyayı “büyük insan”, insanı “küçük dünya” olarak nitelendirir, görüşleriyle İbn Arabi’yi etkiler. Buhara’nın neresine bakılırsa bakılsın ya bir medreseyle ya bir camiyle karşı karşıya gelinir. Biruni’yi, İbn Sina’yı ve Farabi’yi, Buhara medreselerinde ders verirken görür gibi olunur.
Eski Buhara’nın merkezinde Samanoğulları devletinin kurucusu, İsmail Han’ın türbesi yer alır. Çöl fırtınalarıyla türbe kumlar altında kalarak, Moğol saldırılarında yıkılmaktan kurtulur. Derin bir sanat eseri olan yalın yapı, türbe mimarisinin ilk örneklerinden birini oluşturur. Yüz metrekare bir alan üzerine tuğladan yapılır. Değişik sıcaklıklarda pişirilen, tuğlaların yapımında deve sütü ve yumurta akı kullanılır. Türbe on sekiz ayrı renkte ve desende bir tuğla şiirine benzer. Türbedeki gizemli şiirsel tuğlalar ziyaret edenleri şiire, şiir duaya götürür.
Sekizinci yüzyıla kadar Buhara’da Budizm, Zerdüştlük ve Hristiyanlık benimsenen inançların arasında yer alır. Müslümanların gelişiyle Buhara’nın yüzü baştan sona bütünüyle değişir. İslamın bütün insanlığı kuşatan aydınlığında, kutsal olarak bilinen inançlar inanırlıklarını yitirirler. Müslümanlardan önce Buhara’ya, Dara ve İskender gelir. Ancak Buhara Müslümanlara kucak açar. Buhara Samanoğulları, Karahanlılar ve Timurlular dönemlerinde, çatışmalardan uzak kalarak barış içinde birlikte yaşanan eğitim ve öğretim şehiri olma ayrıcalığı kazanır.
Geçmişte yapılan hatalardan daha çok alınacak derslere önem veren Buharalıların, kapıları ve sofraları büyük bir içtenlikle, Buhara’yı sevenlere her zaman sonuna kadar açılır. Buharalılar geçmişin sıkıntılı yıllarından önce, geleceğin güzel yıllarını konuşurlar. Buhara Türk Cumhuriyetlerinin Birleşmiş Milletlerine benzer. Buhara’nın ana caddelerinde dolaşanlar başta Özbekler, Tatarlar, Türkmenler, Uygurlar, Kazaklar, Azeriler, Kırgızlar, Başkurtlar, Kabartaylar, Çerkezler ve Çeçenler olmak üzere, sürekli ziyaret edilen bereketli topraklar olarak, dünyanın her yanından gelmiş ziyaretçilerle karşılaşırlar.