Aydınlanma döneminden bu yana, dünyanın her ülkesinde kutsal kültürle, seküler kültür arasındaki ilişkiler sorgulanmaktadır. Aydınlanma rüzgarlarının yol açtığı dalgalanmalar karşısında, bütün dünyada kutsal kültür, seküler kültüre bütünüyle teslim olmuştur. Türkiye’nin tek parti yıllarında olduğu gibi, bütün ülkelerde kutsal kültürün değerleri, ekonomik, siyasal ve kültürel yapıdan, bir bir sökülüp atılmıştır. Sosyal bilimlerde normatif değerler unutulmuş, pozitif değerler hiç tartışılmadan kutsanmıştır.
Bilginin hiyerarşisinde ilk sırada yer alan kutsal değerlerin, daha sonra gelen seküler değerleri yönlendirmesi ve sınırlandırması gerekirken, aydınlanma dönemiyle, yönlendirme ve sınırlandırma süreci tersine dönmüştür. Bütün bilimlerin normatif alanları, pozitif alanların işgaline uğramıştır. Her alanda ekonomik ilkeler, etik ilkelerin önüne geçmiştir. Bütün kurumlar, bütün kuruluşlar, iktidar alanlarını genişletmek, daha çok kazanmak ve daha çok tüketmek için, kutsal değerlere savaş açmayı, hepten yok saymayı, en doğal hak olarak görmüşlerdir.
Aydınlanma döneminin mimarları, seküler kültürün saldırıları karşısında, kutsal kültürün hayat kaynaklarının, tamamen kuruyacağı öngörüsünde bulunmuşlardır. Dünyanın her yanında kutsal değerlerin, uygulanabilir olmadıkları ileri sürülerek, seküler değerler kutsallaştırılmaya çalışılmıştır. Yirminci yüzyılın sonunda, dünya kutsal değerleri öldüren dönemin sona erdiğini, yeniden kutsal değerlere dönülen bir dönemin başladığını görmüştür. Aydınlanma döneminin seküler kültürü ölmüş, bütün dünyada kutsal kültüre dönüş hız ve yoğunluk kazanmıştır.
İnsan aklının dışında kaynak tanımayan seküler değerler, zaman içinde geçerliliklerini yitirirler ve ölürler. İnsan aklının üstünde, ancak dışında olmayan kutsal değerler, zaman içinde geçerliliklerini hiç yitirmedikleri gibi, hiçbir zaman ölmezler. Kutsal kültürün güneşi batmaz, ışığı sönmez. Yeniden kutsal kültüre dönen dünyanın mimarları, bir elinde Mukaddime, bir elinde Mesnevi olan aydınlar olacaktır. Ana akımını kitaplı dinlerin oluşturduğu kutsal kültür, hem fizik hem metafizik, iki dünyayı birden kucaklayan iki dünya kültürüdür.
Batı’da Max Weber, Daniel Bell, Peter Berger gibi sosyal bilimciler, Aydınlanma dönemiyle başlayan sekülerleşme sürecinin, mezar kazıcıları olmuşlar. Dünyada onları izleyen aydınlar, sonu Mesnevi ve İbn Haldun’a çıkan yolu, büyük ölçüde genişletmişlerdir. Mesnevi ve Mukaddime, kutsal kültürle seküler kültürü, altın oranda harmanlar ve bütünleştirir. Nasıl insan akıl ve gönül dünyasıyla, bir bütünse, kültür de görünen ve görünmeyen dünyasıyla, birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Kutsal kültür ölümlü dünyada, ölümsüz dünyanın sırlarını taşıyan, sınırsız bilgelik kaynağıdır.
Kutsal kültürle seküler kültür arasına, aydınlanma döneminde inşa edilen duvarlar yıkılırsa, iki alanın yasalarının birbirlerini dışlamadıkları gibi, birbirleriyle çatışmadıkları görülecektir. Bütüncü bir gözle bakıldığında, Mesnevi ve Mukaddime arasında, eşsiz bir uyum, eşsiz bir denge, eşsiz bir düzen olduğu açıkça gözlenecektir. Bilginin kaynağındaki hiyerarşiye özen gösterilirse, seküler alanın bilgisi, kutsal alanda bilgeliğe dönüşür. Aydınlatıcı ve bütünleştirici olan, seküler alanın bilgisinden önce, kutsal alanın bilgeliğidir.
Tarih boyunca kutsal kültür akılları keskinleştirir, gönülleri derinleştirir, vicdanları adilleştiririr.
İnsanları aynı annenin aynı babanın, çocukları bilen kültür, kutsal kitaplardan kaynaklanır.
İki dünyayı kucaklayan kutsal kültürün yerini, tek dünyalı seküler kültür dolduramaz.