Dünyada ekonomi nasıl tanımlanırsa tanımlansın, son değerlendirmede insanlığın kültürel birikiminin, hayatın üretim ve tüketim boyutlarına yansımasıdır. İnsanlık tarihi boyunca, toplumların ekonomik gücünü belirleyen, en büyük ve en etkili kaynak kültür olmuştur. Yoksulluk gibi zenginlik de sorun olduğu için, üretim peşinde koşmak, tüketimden kaçınmak, bütün kültürlerde en başta gelen erdem bilinmiştir.
Dünyanın her yerinde ülkelerin üretim güçlerinin, yeni boyutlar kazanmasının kaynağında, hem üretici hem tüketici olarak insan vardır. Öncesi kültür olduğu gibi, sonrası da kültür olan ekonominin, tarihi insanla başlar, insanın olduğu yerde ya kültür ya da ekonomi değil, hem kültür hem ekonomi vardır. Einstein’ın enerji formülüne benzetilerek söylenirse: Ekonomi eşittir insan çarpı kültürün karesidir. İnsanda gizlenen gücü, kültür gün ışığına çıkarır.
Dünyada yoksulluğun olduğu kadar, zenginliğin de kaynağı ekonomiden önce kültürdür. İnsanları üreten eller olmaya özendiren kültürler zenginliğin, tüketen eller olmaya özendiren kültürler yoksulluğun kapılarını açar. İnsanların kültürel birikimleri, üretilen ürünlerde, verilen hizmetlerde ve zenginleştirilen bilgilerde etkisini gösterir. Üretim peşinde koşan kültürler üretimde, tüketim peşinde koşan kültürler, tüketimde yarışan insanların sayını çoğaltır.
Ülkelerin ekonomilerinin canlılıkları, üretimi özendiren tüketimi önleyen kesimlerin, birbirleriyle yarışmalarından kaynaklanır. Üretimde yarışanlar, tasarruflara yeni alanlar açarken, tüketimde yarışanlar savurganlığa yeni alanlar açarlar. “Teknolojinin Ötesi” kitabımızda vurgulandığı gibi, teknoloji ekonomik hayatı hızlandırarak kolaylaştırır, karmaşıklaştırarak zorlaştırır.Teknolojiyle güçlenen ekonomi, hem olumlulukları hem olumsuzlukları büyütür.
Ekonomik güç iki yanı keskin kılıca benzer, toplumlarda bir yandan üretimi artırırken, bir yandan tüketimi artırır. Tüketim üretimi üretim tüketimi kamçılar. Bunun için hem üreticilere, hem de tüketicilere, kutup yıldızı olma görevini, ekonomi değil kültür yüklenir. Tüketimin her şey olduğu bir kültürde, tüketmek için her şey yapılır. Kültürü derin olan toplumlarda, en düşük gelirliler en yüksek gelirliler gibi değil, en yüksek gelirliler en düşük gelirliler gibi yaşarlar.
Anadolu bilgelerinin kültüründe sürekli tekrarlandığı gibi: En düşük gelirliler gibi yaşamak bir erdemdir, ancak toplumun en düşük gelirlisi olmak bir erdem değildir. Bu yüzden bir toplumda, tüketimden önce üretim peşinde koşmak ekonomik bir görev, aynı zamanda kültürel bir sorumluluktur. Ekonomik görevlerinin ve kültürel sorumluluklarının bilincinde olmayanlar, hayatı bir yandan kolaylaştırak bir yandan güzelleştirerek yaşanır kılamazlar.
Kültürde iyilik ve kötülük yarışında, iyiliklerin kazanması nasıl sonuç verirse, ekonomide üretim ve tüketim yarışında, üretenlerin kazanması aynı sonucu verir.
Hayatın kültürel boyutunun göz ardı edilerek unutulduğu toplumlarda, ekonomik boyut bütün sorunların kaynağı olur.
Her alanda ekonomi akılla, kültür gönülle düşünür. Ekonomide akılla aranılan, kültürde gönülle bulunur.