Dervişlikle silahlanmış Anadolu insanı, iki yüzyıla yakın bir zamandan beri, Avrupa’dan gelen yabancılaşma rüzgarlarının etkisindedir. Türklerin Avrupa coğrafyasından, Asya coğrafyasına çekilmelerinde, hem içeriden hem de dışarıdan estirilen, yabancılaşma rüzgarlarının çok büyük etkisi olmuştur. Cumhuriyetin kuruluş yılları boyunca, Anadolu’yu aydınlatacak güneşin, Asya’dan değil, Avrupa’dan doğacağı vurgulanmıştır.
Yirminci yüzyılda ortaya çıkan, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, büyük ölçüde Batı’dan kaynaklanmıştır. Dünyadaki değişmelere uyum sağlamak için, her ülkenin ekonomik ve kültürel yeniliklere, kapılarını açması gerekir. İster Doğu’da, isterse Batı’da olsun, hiçbir ülke, dünya ekonomisindeki gelişmelere sırtını dönemez. Ancak insanın gönlünü, aydınlatan ışık, Batı’dan değil Doğu’dan gelir. Doğu kutsal, Batı seküler kültürün yurdudur. Dünyada İstanbul kutsal, Paris da seküler kültüre açılan kapıdır.
“İnsan ya Tanrı’dan yanadır, ya da Tanrı’ya karşıdır” diyen Nuri Pakdil, Anadolu insanını, tarihine, kültürüne ve edebiyatına yabancılaştıran, Paris’ten Batılılaşma rüzgarlarına karşı, İstanbul’dan estirilecek Doğululaşma rüzgarlarıyla karşı durmayı, kişilikli bir aydın sorumluluğu olarak görmektedir. İstanbul’un doğasında barış, Paris’in doğasında savaş vardır. Paris savaş her şeyin anasıdır derken, İstanbul barış her şeyin babasıdır demektedir. Tarihin her döneminde, barış önemli olmuştur.
Kutsal kültürün yeni başşehiri İstanbul’dan, bütün ülkelerin başşehirlerine, büyük ve uzun yürüyüşler düzenleyen Pakdil’in arayışı, insanlığın umut arayışıdır. Eylemsiz geçen günü, gün saymayan ve okumayı en büyük eylem gören, Pakdil’in edebiyat dünyası, umutsuzluk dünyası değildir. Onun bulunduğu her yerde, duvarları kitaplardan bir “Kalem Kalesi” inşa edilir. Söz konusu görkemli kale, statik olmaktan daha çok, dinamik bir kaledir, her gün yıkılır, her gün yeniden yapılır.
Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yedi İklim ve Hece dergileri, Anadolu’da şiddet fırtınaları estiren, Sol ve Sağ yabancılaşma akımlarına karşı koruyan bir “Medeniyet Kalesi” olmuşlardır. Osman Sarı Nuri Pakdil’den yola çıkarak, “Sanki bir sonsuzluk bestesi / Sözleri Nuri Pakdil’in” ve “Yankılanır kulaklarda / Bu çağda her kelimesi”, bu edebiyat kalelerinin demektedir. Edebiyat kaleleri insanları medeniyetlerin yıkılmaz kalesi İstanbul’a çağırırlar. Ve Anadolu şehirlerinin özeti İstanbul’da, bütün gemileri yakmaya davet ederler. İnsanlar sevdiklerinden vazgeçmedikce, yitirilen Cenneti bulamazlar.
İstanbul’da kutsal kültür ve tarih, insanı adım adım izleyen, ak saçlı bir bilgedir. Orada insan, sürekli izlendiğini ve sürekli gözlendiğini bilir. İstanbul’un kutlu toprağında, en küçük iyilik gibi, en küçük kötülük de karşılıksız kalmaz. Aslında yalnızca İstanbul’da değil, bütün dünyada, Pakdil’in vurguladığı gibi: “Sürekli olarak bir gözcünün, bir denetiçinin bakışları” insanın üzerindedir. Kimsenin meleklerin kapsama alanının dışına çıkması mümkün değildir.İki dünyada hiçbir iyilik, hiçbir kötülük karşılıksız kalmaz.
Dünya büyük İstanbul, İstanbul küçük dünyadır. Dünyada gerçeği arayanlar, iki dünyayı birden kucaklayan, İstanbul’da bulurlar. İstanbul’u bilenler Doğu’yu ve Batı’yı, Avrupa’yı ve Asya’yı, altın oranda harmanlamasını bilirler.
Neruda’nın “Dünyanın burnu geleceği kokusunu alır” sözüne benzetilerek söylenirse: “İstanbul’un burnu barışın kokusunu alır.”
İstanbul Mekke kapısıdır, Medine kapısıdır, Kudüs kapısıdır, İstanbul el uzatırsa, dünyanın hiçbir yerinde savaş olmaz.
İstanbul’u sevmek, insanı sevmektir, hayatı sevmektir, iyiliği sevmektir, doğruluğu sevmektir, barışı sevmektir.