Anadolu insanının bireysel ve toplumsal kimlik dünyası, yatay ve düşey boyutta, uyum ve düzen içinde olan, çoklu bir yapı gösterir. Yatay kimlikler, eğitim ve gelir seviyesine bağlı olarak, sarımsağın dişlerine benzer bir biçimde, yan yana birbirlerinden ayrılmazlar. Düşey kimlikler ise bir soğanın katları gibi, merkezden çevreye doğru genişleyen daireler çizerler. Anadolu insanının zenginliği, çok boyutlu kimliklerinden kaynaklanır.
Düşünce dünyası kadar, eylem dünyası büyük olan Anadolu insanı, yardımlaşmayı, paylaşmayı, veren el olmayıı bilir.
Türkler düşey kimlik olarak, doğdukları şehirlere, etnik kökenlerine önem vermekle birlikte, varoluşlarının anlamını, hiçbir zaman etnik köken ya da yöresel dillerle açıklamayı düşünmemişlerdir. Onlar kendilerini her zaman, Türk ve İslam dünyasının bir mensubu olarak görmüşler, hayatın her alanını medeniyet bazında değerlendirmişlerdir.
Ekonomik ve kültürel üretimlerini yıldan yıla büyütmesini başaran toplumlar, arkalarında kalıcı eserler ve silinmez izler bırakırlar. Onlar için yaşanabilir, bir dünyanın bileşenleri, hayata anlam kazandırmak için, çalışmak, öğrenmek, üretmek ve vermektir. Bu yüzden Türkler, iç ve dış dünyanın meydan okumalarına karşı,tarihlerinin her döneminde, kendileriyle birlikte,çevrelerini dönüştürmüşler, hem yatay hem düşey kimliklerini zenginleştirmişlerdir.
Dünyanın her yanında üretimlerine, yeni değerler kazandıran toplumlar, birleşik kaplar gibi, bütün alanlarda gelişmeleri hızlandırarak, farklı kimlikleri birbirleriyle ortak tabanda buluştururlar. Dünyanın bütün ülkeleri, üretimlerini zenginleştirmesini bilen toplumları, imrenerek, özenerek izlemekten geri kalmazlar. Üretmede başarılı olan ülkelerde, kanlı iç savaşlar olmadığı gibi, bölünme ve parçalanma korkuları yaşanmaz. Üretmesini bilenler, uzlaşmasını bilirler.
Yirmi birinci yüzyılda Türkler, yeniden üreten toplum, olmanın gücünü yakalamışlardır. Türk dünyasının bütün şehirlerinde, büyük bir ekonomik ve kültürel üretim patlamasının öncesinde görülen, özgüvenle ve coşkuyla dolu sessizliği yaşanmaktadır. Gündüz üreten, gece veren, olmak için yarışan Türkler, Batı ülkelerinden yardım istemiyorlar, Doğu ülkelerine yardım etmek istiyorlar. Onlar yüzyılların birikimiyle, Anadolu’nun eşsiz kaynaklarını, değerlendirmesini öğrenmişlerdir.
Anadolu insanı Keban ve Karakaya barajlarının enerji üretimlerinden, göllerinin sularından yararlanmak için, Batılı ya da Doğulu olmanın değil, bilgili olmanın belirleyici olduğunu bilmektedir. Geçmişte söylenmedik görüş, tartışılmamış düşünce, denenmemiş eylem kalmamıştır. Tarihten daha zengin ve daha büyük, bir doğal kaynak yoktur. Dünya ülkeleri insanlığın geçmiş yüzyıllardaki birikimlerini, yeni yüzyıla taşımak için, krizlerdeki fırsatları görmek zorundadırlar.
Üretim yapmak için, herkesin yüksek lisans, doktora yapması gerekmez.
Üretenler toplumların, bütün kesimlerini, birbirleriyle kaynaştırırlar.
Üretmesini bilenleri,dünyada her ülke, coşkuyla destekler.
Dünyada üretmesini bilen eller, kimseye el açmazlar.