Anadolu insanının tarih içinde, yüzyıllarca süren uzun yolculuğunda, Türk ırklarıyla birlikte, Müslüman ve Hristiyan ırklar da yer almıştır. Türkler Mekke’nin çağrısını, dünyanın bütün şehirlerinde tekrarlamak için, yeryüzünün her köşesini ulaşılması gereken, bir kızıl elma gibi görmüşlerdir. Türkiye’de yaşayan kuşakların, ataları Asya’da doğmuşlardır. Onların çocukları Anadolu’da doğdular, torunları da Avrupa’da doğacaklardır.
Anadolu tarihin her döneminde, düşünce ve eylemin kaynağı, yetiştirdiği edebiyatçılar olmuştur. Onlar Anadolu insanına seslendikleri kadar, bütün insanlığa da seslenmişlerdir. Onların sesi Yunus’un sesidir. Onların sesi Eşrefoğlu’nun sesidir. Onların dünyasında şiddete yer yoktur. Onlar Anadolu insanının, Asya’dan Avrupa’ya uzanan uzun yolculuğunda, büyük met ve cezirlerle dolu dönemleri, ustalıkla atlatmayı bilmişlerdir.
Ömer Seyfeddin’e göre kızıl elma, atlarınızın gittiği yerdir. Türkler atlarıyla gittikleri, Asya ve Avrupa ekseninde bütün şehirleri, kalelerinde bayraklarının dalgalanmasını görmek istedikleri, bir kızıl elma olarak düşünmüşlerdir. Onlar gittikleri üç kıtada, binlerce kale fethetmiş, binlerce kale inşa etmişlerdir. Ancak Türkler tarihleri boyunca, hiçbir zaman hareketsiz
bir kale toplumu olmamışlar, tam tersine hareketli bir kervan toplumu olmuşlardır.
Türkler için vatan, kalelerinin burçlarında, bayraklarının yükseldiği coğrafya olmuştur. Onlar bayrakları gibi, vatanlarını da yanlarında taşımışlardır. Ömer Seyfeddin’in Forsa isimli hikayesinin kahramanı, doğduğu topraklarda değil, albayrağın dalgalandığı topraklarda ölmek istemiştir. Türklerin gelip geçtikleri, Kaşgar’dan Budapeşte’ye kadar, geniş bir coğrafyada camiler, medreseler, türbeler, kervansaraylar, görünen ve görünmeyen dünyalar, tek bir dünya gibi, iç içe ve el eledir.
Geçmiş yüzyıllarda Türkler kızıl elmanın peşine atlarıyla düşmüşlerdir. Onlar bir şehri korumaları altına alınca, başka bir şehre giden kızıl elmanın peşinde, Doğu’dan Batı’ya kutlu bir nehir gibi, çevrelerini dönüştüre dönüştüre akmışlardır. “Ben Gönen’de doğdum” diyen Ömer Seyfeddin’in Gönen’i bereketli topraklarıyla, Malazgirt savaşından sonra Türkler’in eline geçmiştir. Gönen ve çevresi Türklerin Ege ve Trakya’ya açılma kapısı olmuştur.
Yolculukta gece gündüze, gündüz geceye katılarak, gece ve gündüz farkı ortadan kalkar. Şehirler arasındaki farkları ortadan kaldıran Türkler, doğdukları şehirler kadar, doydukları şehirlere de önem vermişlerdir. Türklerin tarih içindeki yürüyüşleri, Yirmibirinci yüzyılda da devam etmektedir. Dağları aşmasını bilenler, denizlerde yüzmesini, göklerde uçmasını bilirler. Kızıl elma artık yeryüzünde şehirlerde değil, gökyüzünde yıldızlardadır.
İmkansız eylemlerin peşinden koşmayanlar, imkanlı eylemleri gerçekleştiremezler.
Kızıl elmaya giden yolda, hiç risk almayanlar,her alanda en büyük riski alırlar.
Sürekli rüya görmeyenlerin, ulaşmak istedikleri kızıl elmaları olmaz.