Ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın canlılığı, yerel düşünme, küresel davranma ustalığında gizlidir. İletişim ve ulaşım alanlarındaki gelişmelerle, dünyada gözden ve gönülden ırak olmak ortadan kalkmıştır. Sınırların önemsizleştiği için, her kurum ve kuruluş, ya yerel ya küresel değil, hem yerel hem küresel olmak zorundadır. Yerel kalmak yok olmaktır. Bilinen mantık ilkelerinin geçerlilik alanları daralmıştır.
Yerel ya da küresel yalnızca bir uçta yer alan, kurum ve kuruluşların dünyadaki gelişmelere, uyum sağlamaları mümkün değildir. Yerelleşerek küreselleşenlerin dünyasında, kurum ve kuruluşların güçleri, her iki uçta birden yer almalarından kaynaklanmaktır. Artık iki uç arasında, hem çok büyük bir yakınlık hem de çok büyük bir uzaklık vardır. Onlar bir dairenin başlangıç ve bitiş noktalarına benzerler. Birbirlerine bakarlarsa çok yakın, birbirlerine sırtlarını dönerlerse çok uzaktırlar.
Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yakalayan bir demokratik kültüre, Maastricht kriterlerine yaklaşan bir ekonomik yapıya kavuşması, kamu, özel, gönüllü bütün kurum kuruluşların, yerelleşerek küreselleşmelerine bağlıdır. Onlar hem yerel, hem de küresel vizyonlarıyla, demokratik mekanizmayla birlikte, pazar mekanizmasının da kusursuz bir biçimde, işletilmesinin en büyük ve en önemli dinamiklerini oluşturacaklardır. Onların sesi sağduyunun sesi olacaktır.
Kurum ve kuruluşlar, geliştirdikleri kurumsal sorumluluk, toplumsal girişimcilik yatırımlarıyla, toplumların düşünce zenginliğine ve eylem derinliğine katkıda bulunarak, kazandıklarını, toplumun bütün kesimleriyle paylaşmalıdırlar. Dünyadan alınan kaynaklarla, elde edilen kazançları dünyayla, paylaşmasını bilmeyen kurum ve kuruluşlar, sürdürülebilirliklerini koruyamazlar. Yeni dünyada paylaşmayanlar paylaşılırlar.
Gece ve gündüz farkının ortadan kalktığı, gizliliğin olmadığı şeffaf dünyada, bütün kurum ve kuruluşların, en büyük sermayeleri, küresel, genel geçer etik değerleridir. Kant’ın “Ebedi Barış” risalesinde ortaya koyduğu gibi: “Siyaset etik önünde diz çökmezse, ebedi bir barışın parlayabileceği seviyeye ulaşmak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.” Toplumda bir arada yaşamada önemli olan insandır. İnsan dünyada toplumun temelidir. İnsan etiğin nesnesi değil, öznesidir.
İnsanda toplumu, toplumda insanı görmeden, etiği kültür ve ekonominin ana dinamiğine dönüştürmeden, dünyada iyilikleri çoğaltmak, kötülükleri azaltmak, her zaman çok güç olmuştur. Düz kare dünyanın, bütün insanlar için yaşanır kılınmasında, ekonomik sorumluluklar kadar, kültürel sorumluluklar da büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda bütün dünyanın, bilgi birikimini büyütmekten daha çok, bilgelik birikimini büyütmeye ihtiyacı vardır.
Kurum ve kuruluşlar babalarından miras olarak değil, torunlarından ödünç olarak aldıkları dünyayı, bütün insanlık için yaşanır kılmayı bilmelidirler.
Ekonomik karlılık kadar, toplumsal karlılığa da önem vermek, kurumsal ve toplumsal sorumlulukların başında yer alır.
Geleceğin barış dünyasını, savaşın ateşini yakana, barışın suyu olmayı bilenler inşa edecektir.