Dünyanın neresinde olursa olsun,bir ülkenin kültürel dokusuyla birlikte, ekonomik yapısını güçlendirmenin yolu, üretilen bilgi, hizmet ve ürün hacmini, birbirleriyle uyum ve denge içinde büyütmektir. Üretimi zenginleştirmede sürükleyici güç, sorumluluğunun bilincinde olan erdemli insanlardır. Toplumun kültürel, siyasal ve ekonomik gücünü arttırabilmek için, bütün kesimlerin üretim sürecine katılmaları gerekir. Dünyada üretim gücünü büyütme, tek boyutlu bir eylem değildir.
Bütün dünyada ülkeden ülkeye bilgi, teknoloji ve sermaye akışının, büyük bir hız ve yoğunluk kazanması, her devletin ekonomik, siyasal ve kültürel politikalarında köklü dönüşümlere yol açmıştır. Ülkeler arasındaki zaman ve mesafe farkının giderek azalması, bir ideolojiye dönüştürülen ekonomi kuramlarını, bir çatışma kaynağı olmaktan çıkarmıştır. Bütün dünyada Ekonomi bir ideoloji olmaktan çıkmış, Fizik gibi, Matematik gibi, bir bilime dönüşmüştür.
Dünyanın hiçbir ülkesinde, artık Kapitalistlerle Komünistler savaşmıyor. Yirminci yüzyılın sonundaki gelişmeler, hiçbir ülkede kutsal kültürün yerini seküler kültürün alamayacağını göstermiştir. Marx’ın iddia ettiği gibi, toplumların afyonu kutsal kültür değil, seküler kültür olmuştur. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Samuel Huntington “Dünyada ülkeler değil, medeniyetler savaşıyor” dediğinde, büyük tartışmalara yol açmıştır. Ancak medeniyetler savaşı yeni başlamamıştır.
Tarihin ilk çağlarından beri, dünyada medeniyetler savaşmaktadır.Sezai Karakoç kitaplarında, medeniyetler savaşının mutlaka silahlarla, sürdürülen bir savaş olmadığını vurgulayarak, Huntington’dan çok daha önce, bunun bir zihniyet, bir hayat tarzı, bir dünya görüşü ve bir kültür savaşı olduğunun üzerinde önemle durmuştur. Artık dünyada devletlerin değil, medeniyetlerin yarışacağı genel kabul görmüştür. Hayatın bütün alanlarında, belirleyici olanın, ekonomiden önce, kültürün olduğu anlaşılmıştır. Bütün dünyada ekonomilerin gücünün, kültürden kaynaklandığının bilincine varılmıştır.
Her medeniyetin kaynağında mutlaka kutsal kültür vardır. Kozmolojik bakıştan uzak, metafizik kaynaktan yoksun bir medeniyet, zamanın direncine karşı, gücünü ve kaynaklarını koruyamaz. Bunun için A. N. Whitehead ve C. Dawson gibi düşünürler, her medeniyetin kaynağında, kutsal kültürle yoğrulmuş, bir misyonun olduğunu sürekli vurgulamışlardır. İnsanlık tarihinde, medeniyetler dinlerle yaşıttır. Dinlerin ve medeniyetlerin tarihlerini, birbirlerinden ayırmak mümkün değildir.
Yirmibirinci yüzyılda medeniyetler savaşı, hem ekonomik, hem de kültürel alanda üretimi artırarak, üstünlük kazanma yarışına dönüşmüştür. Ekonomik bağımsızlığın, ekonomik bağımlığa dönüştüğü bir dünyada, medeniyetler birbirleriyle savaşmaktan daha çok yarışmaktadır. Tarihin her döneminde, karşıtları olmayan medeniyetler, canlılıklarını koruyamadıkları gibi, uzun ömürlü de olmamışlardır. Medeniyetler arasında yarışmanın olmadığı bir dünyada, hiçbir alanda zenginleşme ve derinleşme olmaz.
Dünyada üniforma giyen güçler, medeniyetler aysberginin su üstünde kalan görünen yüzleridir. Medeniyetleri medeniyet yapanlar, aysbergin su altında kalan, forma giyen görünmeyen güçleridir.
Yirmbirinci yüzyılın fatihleri, medeniyetlerin cephelerde savaşan, üniformalı generalleri değil, medeniyetlerin pazarlarda savaşan, üniformasız generalleri olacaktır.
Kültürlerin derinleşmesinde ve ekonomilerin zenginleşmesinde, kültürel kaynaklar ekonomik kaynaklardan, daha büyük dönüştürücü güce sahiptir.