Dünyada gösterişe dayalı tüketim ekonomisi, aşırı zenginliğin ortaya çıkardığı bir ekonomik yapılanmaya dönüşüyor. Batı dünyasında zenginlik, Asya’nın ve Afrika’nın yağmalanmasıyla, ortaya çıkan sanayileşmeden kaynaklanır. Dünyadaki petrol ülkelerindeki zenginlikse, yer altından sağlanan doğal kaynaklara dayanır. Zenginliğin ardından istensin ya da istenmesin, gösteriş harcamalarını mutluluk kabul eden, her şeyin yenisini almak için, sürekli tüketilip atılmasını özendiren tüketim kültürü gelir.
Dünyanın bütün ülkelerinde her alana egemen olan, tüketim kültürüne yakından bakıldığında, ulaşılan zenginliğin kaynağından bağımsız olduğu anlaşılır. Yani zenginliğin kaynağı ne olursa olsun, bir zaman sonra bütün toplumu tüketimi, gösterişi tek amaç edinen kültürün değerleri dört bir yanından kuşatır. Söz konusu kuşatma altında, insanlar farkına varsalar da varılmasalar da, akıntıya katılmaktan başka kendilerine hiçbir açık kapı bırakılmaz, herkes elinde olmadan akıntıya kapılır.
Akıntı toplumun dışına çıkmaya kalkılırsa, insanların önüne çocukların eğitiminden, mesken edinmeden, araba edinmeye kadar öyle engeller çıkar ki, kimse kendini akıntıya bırakmaktan başka çare bulamaz. Toplumun büyük bir kesimi, biraz da çaresizlikten akıntı toplumuna katılmak zorunda kalır. Çünkü devlet yapılanmasından siyasal yapılanmaya, okullardan hastanelere kadar, her türlü siyasal, ekonomik ve kültürel faaliyetlerin, sürükleyici gücünü akıntı toplumunun değerleri oluşturur.
Akıntı toplumunun değerleri niçin dünya ölçüsünde yaygın? Neden insanlar gerek Doğu’da gerek Batı’da tüketim toplumuna karşı koyamıyorlar? Bunlar cevaplandırılması oldukça güç, ancak çok önemli sorulardır. Bir kere bütün bilim dalları ve bunların uzmanları, ya yoksulluğu ve sakıncalarını incelemeyi, ya da zenginliği artırmayı kendilerine tek görev edininiyorlar. Bu yüzden bütün dünyada, zenginliğin erdemleri, zenginlerin yaşama biçimleri ve değerleri, her bilim dalının ana konusu haline geliyor.
Dünyada zenginlik bilimi, bir zenginlik kültürü doğuyor. Artık dünyanın her yanında, zengin olunmasa bile zenginler gibi yaşamak, hem büyük bir erdem hem büyük bir mutluluk kabul ediliyor. İnsanların mutlulukları gelir düzeylerine, bağlı olarak artar ya da azalır, zenginseniz sorununuz yok, her zaman mutlusunuz deniliyor. Oysa yoksulluk da, zenginlik de göreceli kavramlardır. Gelir düzeyi yüksek olan birine göre çok fakir olan biri, bir başka kişiye göre çok zengin olur.
Her ülkede zenginliğin ölçüsü, gerekli gereksiz durmadan yapılan harcamaya dönüşüyor. Ülkelerin zenginliğinin kutsal ölçüsü haline gelen milli gelirin, yeterli bir değerlendirme kriteri olmadığı biliniyor. Yine de dünyanın her yanında, hesaplanması kolay olduğu için, ülkelerin ekonomik gelişmişlikleri, insanların yaptıkları tüketim harcamalarına göre belirleniyor. Ayrıca insanlar ekonomide, harcama yapmanın erdemine inanıyor. Sürekli harcıyanlara, tartışmasız mutlu insanlar gözüyle bakılıyor. Bu yüzden bütün dünyada, tüketimi özendiren bilimler durmadan dallanıp budaklanıyor.