İnsanlık tarihinin her döneminde, dinler yönetim kültürlerinin temelini ve ana kaynağını oluşturmuşlardır. Köklü bir dini gelenekleri olmayan devlet yönetimlerinin, uzun ömürlü ve kalıcı izler bıraktıkları görülmemiştir. Yirminci yüzyılda dinleri toplumların afyonu olarak gören, Marksist devrimlerin, bütün kutsal değerleri, ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın dışına atmaya çalışmaları, dünyanın her ülkesinde, büyük şiddet fırtınaları estirmiştir. Kurallarıyla ve kurumlarıyla, kutsal değerlere toptan savaş açılmıştır.
Allahı’ı yok sayan devrimler, seküler kültürü kutsallaştırmakla kalmamışlar, dünyanın her yerinde, liderlerini ilahlaştıran, faşist yönetimlerin ortaya çıkmasına yol açmışlardır. Liderlere tapılan yönetimlerde demokrasiler, dünyanın en kötü, en tehlikeli yönetim biçimleri olarak suçlanmıştır. Bütün insanların içi boş insanlara eğilimli, açgözlü, kıskanç, kinci oldukları ileri sürülmüştür. Çoğunluğu yanlışta birleşmeyen insanların, iki seçenekle karşı karşıya kaldıklarında, hiç düşünmeden, hemen yanlışın yanında yer aldıkları ileri sürülmüş, ilahlaşan liderlerin her şeyi bildikleri ileri sürülmüştür.
Dünya tarihinde Yirminci Yüzyıl, “Devrimlere Karşı Devrimler Çağı” ya da “Birbirleriyle Savaşan Komünist ve Kapitalist Öğretiler Çağı” olmuştur. Bunun için demokrasi, özgürlük, eşitlik, savaş ve barış konularına ilişkin, yeni yaklaşımların, farklı açılımların ve özgün yorumların büyük çoğunluğu, Yirminci Yüzyılda yapılmıştır. Çünkü düşünce ve yönetim tarihinde, tarihin akışını değiştiren en önemli teoriler, en çalkantılı dönemlerde ortaya çıkmıştır. Yirminci yüzyıl Hristiyan dünyasının en çalkantılı yüzyılı olmuştu. Yirmi birinci yüzyıl İslam dünyasıyla birlikte, bütün dünyanın yeniden inşa edildiği yüzyıl olacaktır.
Dünyanın yeniden, seküler kültürün çorak verimsiz topraklarından, kutsal kültürün bereketli verimli topraklarına dönmesinde, İslam dünyası Doğu ile Batı arasında, gelip geçilen bir köprü değil, düzenlyici bir merkez olacaktır. Çünkü İslam büyük dinlerin, en sonunda gelmesine rağmen, en başında olanıdır. Kur’an, İncil’ler gibi bir Peygamberi, Tevrat gibi bir soyu değil, Ademoğullarının tarihini ele alır. Kur’an bütün insanlık için, savaşa son veren kalıcı barışın, engellerle dolu yol haritasını verir.
Büyük dinlerin farklı yanlarından daha çok ortak yanlarının, çok büyük önem kazandığı Yirmi birinci yüzyılda, bütün insanlığın, sarsılmaz inancıyla, “ateş” alanını “gül” bahçesine, “savaş” dünyasını “barış” dünyasına dönüştüren, İbrahim Peygamberde buluşması, kucaklaşması, elele vermesi hayati önem taşır. Marx dinleri, Nietzche Allah’yı öldürmüştür. Üç büyük dinin bilginleri, bilgeleri, yönetenleri ve yönetilenleri, düz kare dünyada iyilikleri özendirerek, hayatı Cennetleştirecekler, kötülükleri önleyerek Cehennemleşmekten kurtaracaklardır.
Üç kitaplı dinin önde gelen bilginlerinin ve bilgelerinin, Yirmi birinci yüzyılda en büyük görevleri : Mermerdeki heykeli bulur gibi, kutsal kitaplardaki katılımcı demokrasiyi ve paylaşımcı ekonomiyi bulmaktır. Çünkü kutsal kitaplar yeryüzünden gökyüzüne çekilmiş ve demokratik ve ekonomik kültür can damarlarını yitirmiştir. Dinler katılımcı demokrasilerin ve paylaşımcı ekonomilerin hayat kaynaklarıdır. Demokratik yönetimler, paylaşımcı ekonomiler, dinlerle yaşarlar.
Kutsal değerleri öldüren seküler dünya, demokratik ve ekonomik yasalara işlerlik kazandıramaz. Demokratik ve ekonomik yasalar, din ile dünya arasına girmezler. Demokrasilerin ve ekonomilerin, çiğnenilmesi mümkün olmaya doğal yasaları vardır.
Dinler bilimlerin, demokrasiler yönetimlerin, üretim ekonomilerin anasıdır.