Dünya orta kuşağında yer alan, İslam dünyası için hem Yirminci, hem Yirmibirinci yüzyıllar, savaş yüzyılları oldu. Avrupa ülkelerinin İslam dünyasının, zengin yeraltı kaynaklarını paylaşma yarışları, Ortadoğu’da büyük göçlere yol açan, ölüm yağdıran, dehşet verici savaşlara dönüştü. Sanayi Devrimi’nden bu yana, Batı dünyası, ulaştığı zenginliği korumak için, Ortadoğu’da, savaş başta olmak üzere her yol ve yönteme başvurdu. Seküler Batı ekonomiyi bir araç olarak değil, bir amaç olarak gördü, ekonominin belirleyiciliğine inandı.
Dünya hayatının merkezine yerleştirilen “Ekonomik” insan “Güzel” insana, “Serbest” pazar ekonomisi, “Güzel” pazar ekonomisine dönüştürülmezse, Ortadoğu’da savaşların sonu hiç gelmeyecektir. Dünya barışının en büyük güvencesi: Ekonomik, siyasal ve kültürel alanda, can alıcı eylemlerin, güzel yapılması değil, can alıcı güzel eylemlerin yapılmasıdır. Bu bağlamda, İslam dünyasıyla birlikte bütün dünyada, “Sanayi” Devrimi gibi, köklü dönüşümlere yol açacak, bir “Paradigma” devrimine ihtiyaç var. Kılavuzu ekonomi olan Batı, dünyayı savaştan savaşa sürükledi.
Paradigma devrimi, deniz dalgalarının, sahillerdeki sert kayaları, çarpa çarpa yumuşak kumlara dönüştürmelerinde olduğu gibi, uzun soluklu bir süreç olacaktır. Batı dünyasındaki “ekonomik insan”ların, kaya gibi sert paradigmalarını, İslam dünyasındaki “güzel insan”lar, kum gibi esnek paradigmaya dönüştürecektir. Dönüşüm sürecinde kısa dönemde kayalar, uzun dönemde dalgalar kazanır. Kayalar çarpıla çarpıla, dalgalar çarpa çarpa olgunlaşır. Her ikisi parçalanan kayalardan oluşan sahilde buluşur.
Dalgaların yerine sahildeki kayalıklara gemiler çarparsa, kayalar değil gemiler parçalanır. Sezai Karakoç’un “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır” dizesinde çok güzel vurgulandığı gibi, medeniyetler tarihinde paradigma değişmeleri, uzun ve sancılı bir süreçtir. Medeniyetlerin paradigma değiştirmelerinde, medeniyetler arasındaki savaşlardan daha çok medeniyetler içindeki savaşlar önemlidir. Medeniyet içinden gelen çatışmaların verdiği zararı, dışardan gelen çatışmalar vermez. Her medeniyet düşmanlarından önce dostları tarafından yıkılır. Düşmanlardan korunmak dostlardan korunmaktan daha kolaydır.
İslam dünyasının sorunları, Müslümanların Hristiyanlarla savaşlarından daha çok kendi içlerindeki iktidar savaşlarından kaynaklanıyor. Müslümanların Müslümanlara yaptıkları kötülükleri, Hristiyanlar Müslümanlara yapmıyor. Yeni bir “Diriliş” paradigmasının arandığı bir dönemde, İslam dünyası sorumluları, Batı dünyasında aramaktan daha çok İslam dünyasının sorunlarını çözmek için, Ortadoğu’nun birikimi yetmez, bütün dünyanın birikiminden yararlanmak gerekir. Bilginin ve bilgeliğin vatanı yoktur, nerede bulunursa oradan alınır.
Savaşsız bir dünya için, hem Müslüman hem Hristiyan ülkelerin kendi evlerinin önlerini kendilerinin temizlemesi çok önemlidir. Her ülke kendi evinin önünü temizlerse savaşa ihtiyaç kalmaz. Barış kristal bir avizeye benzer, özen gösterilmez, sürekli temizlenmezse, ışığıyla birlikte işlevini de yitirir. Anadolu’da denildiği gibi: “Savaş olmaz Allah vermezse, Allah savaş vermez, kimse barışı bozmazsa.” Barış bozan savaşa katlanır.
Bütün dünya lanete uğramıştır. William Faulkner’ın deyişiyle, insanlık “lanete uğramış ölümsüzlük ve ölümsüz lanet” çağında yaşıyor. “Çağ dünyanın köhne ve felaketli rahminden doğmuş ölüm kusan bir canavara benziyor.”
Kılıçlardan savaş canavarının burnuna takılacak halkalar yapılmalıdır.
Dünün paradigmasıyla bugünün canavarı denetim altına alınmaz.
Savaş paradigmasının panzehiri barış paradigmasıdır.
Paradigma aynadır ayna paradigmadır.
Paradigmada dünya kendisini görür.
Aynayı barış güzelleştirir.